Eskidendi çok eskiden.

Yetmişli yıllarda,

Oturduğumuz semte,

Göçmen mahallesi derlerdi…

Çok sevdiğim arkadaşlarımın birçoğunun dedesi ninesi,

Makedonya, Kosova, Bulgaristan, Arnavutluk, Romanya’dan gelmişler,

Türkiye Cumhuriyeti bayrağı altında yaşıyordu…

Biz aynı mahallede farklı etnik kökenden gelen yetmiş iki buçuk millet ile,

Kavgasız, gürültüsüz, gösterişsiz riyasız,

Mutlu mesut yaşıyorduk…

Ne biz bunun farkındaydık.

Ne de İstiklal karakolunun komiseri farkındaydı…

Çocukluk,

Madem göçmen mahallesindeydik.

Neden hastane altındaki karakolumuzun adı İstiklal,

Neden eve gelen mektupların üzerinde adres olarak,

 “İstiklal Mahallesi Hamam Sokak ” yazıyordu,

Bir türlü akıl erdiremezdik…

Çocukken oyundan başka bir düşüncemiz olmadı.

Büyüdük gördük,

Hayat bir oyundu…

Tıfıllar grubu olarak eski sanayide Lastikçi Faruk abiye,

Hurdaya çıkarılan kamyon tekerlerinin kenarını testere ile kestirip çember yaptırıyorduk…

Kamyon lastiğinden uydurma lastik çemberlerimizle neşe içinde koşuşturup mahallelerde arkadaşlarımızı arardık.

Çember çevire çevire,

Hisar altında şehrin yerli ve asil mahallelerinde oturan,

Çembersiz Kamil’in yanına,

Mavi boyalı konağın yanındaki yıkık arsalarına oynamaya giderdik.

Bizim ekip arkadaşa  “Çembersiz Kamil” lakabını takmıştı.

Çünkü çemberi yoktu…

Ailesi Kamil’in otla, çöple,  çemberle,

Tozla toprakla oynamasına asla izin vermezdi.

Canı isterse konaktan aşağıya iner,

Uydur kaydır yapılan lastik çemberlerimize dokunur inceler,

Futbol, yakan topu gibi toplu oyunlarına asla girmezdi.

Bize, “Bir çemberim bile yok” diyen,

Çocukluk arkadaşımız Kamil

“ Biz Kütahya’nın yerlisiyiz” der,

Herkese burun kıvırırdı.

Bizle oynamaz, koşturmaz,

Ayarlarımızla oynar,

Vücut kimyamızı bozardı…

Kamil’in kafasına göre,

Saray, Balıklı, Cedit, Börekçiler, Maruf, Cemalettin mahallelerinde oturanlar yerliydi…

Başka şehirlerden,

Ve dahi,

Altıntaş’tan Emet’ten, Tavşanlı’dan,

Şehre çalışmaya gelenler “yersizdi”

Sanki ithal muzduk.

Çocuk aklımız bunu çözemeye yetmiyordu.

Ahalinin büyük bir bölümü,

Dedelerinden kalan akçelerle,

On dönüm bostan,

Yan gel yat Osman formatındaki yaşarlardı.

Onlar yerliydi, biz yersiz…

Muhteremler suya sabuna dokunmaz,

Elde para yoksa evin çatısının kiremitleri satılır,

Ilıca’da, Yoncalı’da hamamda göbek kaşınırdı…

İnşaatlarda çalışacak işlerde adam bulunmaz,

İnşaat kalfaları Trabzon’dan,

Ahşap bina ustaları Kastamonu’dan,

Taş ustaları ile ameleler Afyon’dan,

Boya ustaları Niğde’den gelen yersiz işçilerdi.

Tıfılken bile yerli yersiz ayrımına karşıydık.

Kardeşçe yaşamalıydı herkes, ya da biz öyle sanıyorduk.

“Bak kardeşim elini ver bana” Şenay’ın şarkısıydı.

Şenay miting alanlarında şarkı söyleyen ilk şarkıcıydı.

Herkese hayat bayram olabilirdi.

Bizim kuşağa hiçbir zaman bayram olmadı…

Tüm badirelere rağmen, kardeşçe yaşamayı seçtik…

Çemberi olmasa bile,

Asil arkadaşımız Kamil’i dışlamadık…

Tek başına karar veremezdi, masumdu, küçüktü…

Güldük geçtik.

Hiçbir arkadaşımızı aşağılamadık.

Küçümsemedik.

Oyunlarımız sobe, yakan top, uzuneşekti.

Birlikte oynadık, birlikte ağladık, birlikte güldük…

Aynı toprakların insanıydık,

“Yıllardır böl parçala yönet” oyunlarına gelmedik.

Bizi ayırmak, ayrıştırmak isteyenlere karşı durduk.

Dostumuzu,

Düşmanımızı bildik…

Riya,

Hadis ve Ahlak kitaplarında,

“Saygınlık kazanma, çıkar sağlama gibi dünyevî amaçlarla kendisinde üstün özellikler bulunduğuna,

Başkalarını inandıracak tarzda davranma” şeklinde açıklanır…

Bu şehrin İstiklal mahallesinde,

Yıllardır yetmiş iki buçuk millet birlikte yaşardık.

Dostça, kardeşçe,

Kavgasız gürültüsüz…

Gösterişsiz…

Riyasız…

Zaman hızla geçiyor.

Geçmişinizi unutmayın…

Birilerine şirin gözükmek için,

Tarzınıza uymayan hareketler yapmayın.

Kendinizi kalıptan kalıba sokmayın.

Ayarlarımızla oynamayın.

Vücut kimyamızı bozmayın…

Yapmayın…

Gösterişe,

Şova,

Riyaya gerek yok…

Ya olduğunuz gibi görünün,

Ya da göründüğünüz gibi olun…