19'uncu yüzyılın ortalarından itibaren İngiltere, Fransa, Rusya gibi Avrupalı güçlerin Ortadoğu'daki dini, askeri, iktisadi, siyasi ve kültürel müdahaleleri; bölge halklarının yabancı siyasal sistemlerden ve yabancıların asıl halkı dışlayan yönetimlerinden kurtulma mücadelesi şeklinde yorumlanabilir.

1860 yılında çıkan ve Suriye Olayı olarak literatürde yer alan hadise, esasen azınlıklar arasındaki bir güç mücadelesidir. Fransa'nın kışkırtmaları sonucunda Cebel-i Lübnan Dürzileri ile Maruni Hristiyanlar arasındaki dinsel, siyasal ve ekonomik çıkar çatışmaları kanlı bir çatışmadır.

Fransa ve diğer Avrupalı güçlerin soruna müdahalesiyle Suriye ve Lübnan olayları uluslararası bir sorun haline dönüştü. Osmanlı Devleti Hariciye Nazırı Reşit Paşa'yı bölgeye göndererek Avrupalı güçlerin tekliflerini kabul eden çözüm önerilerini hayata geçirerek çatışmaları kısa sürede sona erdirmiştir.Bu tarihten itibaren çeşitli sorunlar karşısında halkın tepkileri ortaya çıkmış olsa da benzer bir kanlı hadise meydana gelmemiştir.

 I. Dünya Savaşı ile bölgenin kaderi yeniden şekillendi ve  1920 San Remo konferansı sonrasında ülke Fransız manda rejimine geçti.

1946 yılındaki bağımsızlık ilanı sonrasında, işgalci ve sömürgecilerin desteğiyle iktidara gelenler, otoriter ve totaliter rejimler kurdu. Bu meşruiyet yoksunu rejimler, halkı Batıcı, dayatmacı, tepeden inmeci, seküler ve baskıcı bir zihniyetle yönetmiştir.

Ortadoğu'nun 20'nci yüzyıl tarihi, emperyalistlere karşı verilen mücadelenin tarihidir. 2011 mart ayından itibaren bugüne kadar geçen 13 yıllık süre ise bir bakıma halkların kendi kaderini tayin etme mücadelesini yansıtıyor.

Arap halkının isyanı, Türkiye'deki toplumsal değişimi örnek alarak daha özgür ve müreffeh bir toplum kurma talebinin bir sonucudur. Tunus'taki genç mühendisin intiharı, isyanı ateşlemiştir. Bu isyan hızla diğer Arap ülkelerine ve Türkiye'nin komşusu Suriye'ye de sıçradı.

Arap Baharı sırayı doktora getirdi

Suriye'de ülkeyi 1963'ten beri olağanüstü halle yöneten Baas rejimi, 2011 yılı Mart ayında bir grup gencin duvara yazdıkları "Sıra sende doktor" sloganı ile başlatılan değişim talebi beraberinde protestoları getirmiştir. Demokratik bir hak olan bu eylemlere güvenlik güçlerinin sert müdahaleleri sürecin kolay geçmeyeceğini ta o günlerde göstermişti.

Nitekim aradan 13 yıl geçti ve Şam düştü. Ancak bu 13 yıl Suriye halkı için çok zor ve ızdıraplarla geçti. Hapishaneler bir işkence merkezine dönüştü. Denizler yüzme bilmeyen ancak ailesini zulümden kurtarmak isteyen çaresiz kişilerin kaçış yolu oldu.

Bazılarının özgürlük umudu Ayla bebek gibi sahillerde kaldı. Bazıları başlarını sokacak bir yurt yuva bulamadı. Bulanlar ise ırkçı ve acımasız saldırılara muhatap oldu.

Yunanistan ve İtalya gibi AB ülkeleri bindikleri derme çatma botları batırdı. Suriye'de ise uçaklar üzerlerine bomba yağdırdı. Biyolojik ve kimyasal silahlar bile kullanıldı.

Beşar Esed, dış müdahaleden korkmasaydı, 1982'deki Hama katliamına benzer bir tutum sergileyebilirdi. Suriye'deki ekonomik ve toplumsal sorunlar, bölgesel ve uluslararası faktörlerin etkisiyle değişim sürecini zorlaştırdı.

Suriye, I. Dünya Savaşı'ndan sonra, Batı karşıtlığının belirgin olarak görüldüğü bir ülke oldu. Bu karşıtlık, Batılı ülkelerin bölgedeki azınlıklara verdiği destekten kaynaklanıyor.

Ancak Nusayri azınlık topluluğuna dayanan Baas rejimi, Batı desteğiyle varlığını sürdürdü. Suriye iç siyasetinde Batı karşıtlığını aşarak otoriter yönetimini devam ettiren rejim, dış politikada daha esnek bir tutum sergiledi.

Baas rejimi, İngiliz ve Fransızların Nusayrileri desteklemesiyle iktidara geldi. Ancak Beşar Esad son iç savaşta onlara değil, Ruslara ve İranlılara sırtını dayadı. 

Suriye'deki Baas rejimi, halktan kopuk azınlık bir yönetim olarak reformlara engel oldu, mazlum halklın sürekli dile getirdiği değişim talebine rağmen ulusal çıkarı Nusayri çıkarlarıyla özdeşleştirdi.

2011 yılında Arap ülkelerinde başlayan protestolar ve değişim talepleri, Suriye'de Esed rejiminin yıkılması için halkı harekete geçirdi.

Türkiye, yıllar önce Şam yönetiminden reform yaparak Suriye halkının nefes almasını sağlayacak demokratik adımlar atması noktasında görüşlerini paylaştı. Ancak Esed ve adamları bu konulara kulaklarını tıkadı.

 
Astana süreci, ABD ve Esed'in süreci tıkamasıyla devrime giden yol

Türkiye ve Rusya'nın önderliğinde hayata geçirilen Astana süreci, Suriye'deki ateşkes ve çatışma kontrolü için siyasi ve insani meseleleri ele alan bir platform olarak şekillendirildi.

İlk toplantı, Ocak 2017'de Kazakistan'ın başkenti Nur Sultan'da gerçekleştirildi ve görüşmelere Suriye muhalefeti, Esed rejimi, Türkiye, Rusya, İran ve ABD temsilcileri katıldı. Böylelikle sorunun en önemli aktörleri bir masa etrafında buluştu.

Özellikle "mayınlanmış tarihi alanların temizlenmesi", "Gerginliği Azaltma Bölgeleri oluşturulması", "anayasa komitesi oluşturulması", "mültecilerin Suriye'ye geri dönüşü" ana gündem maddeleri olmuştu.

Görüşmeler sonrası görece bazı ilerlemeler sağlansa da gerek Amerika'nın, Türkiye, İran ve Rusya'yı bir araya getiren Astana platformunun varlığından duyduğu rahatsızlıkla sürece gerekli katkıyı vermek istememesi ve düşük düzeyli kerhen katılımı, gerekse Esed rejiminin süreçte alınan kararların uygulanması noktasındaki isteksizliği ve ayak sürümesi süreçten beklenen somut çıktıları engelledi.

Suriye yakın müttefiki İran'ın aksine Batılı güçlerle ilişki kurmaya ve diplomasinin sunduğu imkânları ön plana çıkaran bir tutum sergilemesine rağmen ABD ile ilişkilerini rayına oturtamadı.

Bunun başlıca nedeni, Amerikan dış politikasının temel bölgesel amacının İsrail'in güvenliği olmasıdır.

Suriye-ABD ilişkilerinin kötüleşmesinin sebeplerinden biri, Suriye'nin İsrail politikası ve Batı karşıtı güçlere verdiği destektir.

ABD'nin Suriye'ye yönelik net bir tutumu ve açık bir politikası olmadığı görülüyor. Öyle ki ABD'de yönetimdeki bazı isimler, İsrail'in çıkarları doğrultusunda Suriye'nin cezalandırılmasına dair kışkırtıcı söylemlerde bulunurken bazıları ise ilişkilerin barışçıl bir şekilde devam etmesini savunuyor.

Ancak Esed yönetiminin arşı şiddet kullanması, ABD'nin rejim değişikliği için çabalarını artırmasına neden oldu.

13 yıldır süren ABD ve AB'nin rejim değişikliği yönündeki tutumu da bugünkü devrimde bir pay sahibi olmuştur.

Esed rejimine karşı devrimin başarıya kavuşmasındaki diğer önemli bir etken de Sünni Arapların isyana verdiği destektir.  

Türkiye bugün en baştan beri izlediği politikalarla doğru konum aldığını kanıtladı.

Batılı ülkelerin, Suriye'deki değişimin iç dinamiklerle gerçekleşmesini yönlendiren politikalar izlemesi ülke içindeki kaosun  diğer temel sebeplerinden birisidir. Bu durum Suriye'de 13 yıldır süren olayların şiddetinin artmasına yol açtı.

Türkiye, Körfez ülkeleri, AB ve ABD'nin dolaylı destekleri muhalefeti güçlendirirken rejimin uluslararası desteğinin kesilmesi noktasında önemli faydalı sonuçlar doğurmuştur.

Esed yönetimi, siyasal, diplomatik ve ekonomik baskılarla zayıflatıldı. İran ve Rusya'nın içinde bulunduğu krizler Suriye'deki olan bitene seyirci kalmalarına yol açtı.

Özellikle ekonomik yaptırımların etkili bir şekilde uygulanmaması Baas rejimin ömrünü uzattı.Bugün, Arap Birliği, ABD, Rusya ve İran başta olmak üzere dış güçlerin müdahale ettiği Suriye krizinde, halk iradesini gösterdi.

SMO Türkiye'nin desteğini alarak operasyonlarını başarıya kavuşturdu. Suriye halkı aynı Azerbaycan Karabağ'da olduğu gibi bir destan yazdı.

Suriye'nin yeniden inşasında Türkiye

Her şeyden evvel ifade etmek gerekir ki; toprak bütünlüğü korunan ve üniter yapısı bozulmayan bir Suriye temel çözüm olmalıdır.

Her ne şekilde olursa olsun Suriye'de Baas rejiminin devam ettiğini gösteren bir yapılanma kabul edilemez.

Ülkenin Irak gibi bölünerek federasyona dönüştürülmesi halkın selametine değil.

Bugün yüksek sesle ifade edilen çeşitli projelerde ülkenin sekter bir çatışmaya sürükleneceğine dair endişeler giderilmeli.

Suriye'nin kısa vadede bir yönetim kurmasına yardım etmek Türkiye'nin önceliği olacaktır.

Suriye'de hali hazırda cereyan eden yeni hükümet kurma sürecinin iç veya bölgesel savaşa dönüşmemesi için bölgesel ve küresel aktörler arasında bir uzlaşma zemini kurulması ve en geniş çerçevede bir mutabakat sağlanması gerekir.

Esed rejiminin yıkılmasıyla Körfez ülkelerinin ekonomik ve medya gücü  bundan sonra daha da önemli bir rol oynayacaktır.

Ayrıca, Suriye'nin iç yapısında çoğulculuğun kabulü ve farklılıkların hoşgörüsü sağlanmadığı sürece birliği kurmak zor olacaktır.

Özellikle etnik, dini ve kültürel olarak çok kimlikli bir yapı görünümü arz eden Suriye'nin yeniden inşasında özellikle "kimlik inşaası" konusunda hassas davranılması ve yönetim kademelerinde ve plüralist bir yaklaşımla denge gözetmesi en hassas konu olarak ön plana çıkmaktadır.

Arapların yoğun olarak yaşadığı Suriye'de, Türkmenler, Hristiyanlar, Kürtler, Nusayriler yeni kurulacak yönetimde temsil edilme beklentisi içinde bulunuyor.  

Zira bu konu bölgedeki ekonomik jeo-stratejik çıkarlarını korumak isteyen batılı güçlere ve İsrail, Rusya ve İran'ın kolaylıkla manipüle edebileceği böl - parçala –yönet taktiği için elverişli bir vekâlet savaşçısı temin etme fırsatı yaratacaktır.

Suriye ile Türkiye arasında, uzun sınırlarla ve derinleşen ilişkilerle başta terörle mücadele ve su sorunu (Fırat ve Dicle nehirleri üzerindeki paylaşım sorunu) olmak üzere güvene dayalı dostluk ilişkileri çerçevesinde işbirliği yapma zorunluluğu var.

Türkiye'nin, Arap sokağında kazandığı güven, Suriye'de de kullanılmalı, Türkiye'nin demokratik ve liberal ekonomik modelini benimseyen Suriye, bölgesel barışa katkıda bulunabilir.

Bir rol model olarak Suriye'nin yeniden yapılanmasında Türkiye'nin kadim devlet geleneği ile oluşturduğu müesses nizamın Suriye için örnek alınacağına ilişkin düşünce, sadece bir temenni olmaktan öte geçici hükümetin başkanı tarafından devrimin başarıya ulaştığı ilk gün tüm dünyaya duyuruldu.

Abdurrahman Mustafa, şu sözlerle bu durumu ifade etti:

14 yıldır halkın iradesi yoktu ve katliamlar oldu. Ama halkın iradesinin kırılmadığını herkes görmüş oldu. Şam'a gitme durumu şuan için erken. Münbiç bizim için Şam kadar önemli. Terör örgütü bitmeden Şam'da istikrar olmaz. Türkiye'deki Suriyelilerin dönüşü hızlanacak. Talebin fazla olduğunu biliyoruz. Evi kurtulanlar gidecek. Operasyon çok büyük, gidişler de çok büyük olacak. Diktatör gitti, Suriye'nin inşaası başlayacak. Türkiye'nin ve Türk milletinin desteği olmadan inşa süreci olmaz. Şam'da Türkiye modelini uygulayacağız. Türkiye'deki gibi seçimlere gidip, kim kazanırsa onunla devam edeceğiz. İlk etapta devlet kurumlarını muhafaza ederek herkesi kapsayacak bir geçiş hükümeti kurulacak.

Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, Suriye'deki Esed rejiminin zulmünden kaçarak Türkiye'nin uzattığı eli tutup, Türkiye'nin her alanda yönetimini ve yaşantısını tecrübe etmiş, eğitim almış, iş hayatında bulunmuş ciddi sayıda Suriyeli nitelikli nüfusun ülkesine döndüğünde Türkiye modelinin uygulanabilirliğine ciddi katkıları olacak ve Türkiye'nin Suriye konusundaki samimi tutumunu bilen içlerinden birileri olarak pratiğe dökebileceklerdir.

Türkiye, Suriye'nin altyapı ulaşım, ekonomi, ordu gibi öncelikle ele alması gereken konularda da inşaa sürecine gerekli desteği sunabilecek en yakın ve gelişmiş güvenebileceği yegane bölge ülkesidir. 

Türkiye, bölgesel aktörlerle diyalog içinde kalarak Suriye krizinde ayrıca hakem konumuna yükselmeli.

AK Parti hükümetleri döneminde, Türkiye'nin bölge ülkelerindeki hükümetlerin şiddet içeren politikalarını terk etmeleri ve güvenlik-özgürlük dengesini korumalarını sağlamaya yönelik samimi çalışmaları oldu.

Ancak Şam rejimi Ankara'nın uzattığı eli tutmak istemedi. Erdoğan'ın son çabaları da gereken düzeyde karşılık bulmadı.

Türkiye'nin Suriye konusunda sergilediği samimi politik yaklaşımı, yalnızca ikili ilişkileri değil, Türk-Arap, Türk-Rus, Türkiye-İran, Türkiye-ABD ve Türkiye-AB ilişkilerini de şekillendirecektir.

Yeniden inşa sürecindeki Suriye'de kartlar dağıtılmadan elini güçlendirmek isteyen ve işgal harekâtına başlayan özellikle İsrail ve terör örgütü PKK/YPG ve ABD destekli SDG gibi aktörlerin stratejik hamleleri iyi okunarak gerekli önlemlerin ivedilikle alınması gerekir.

Bu bağlamda; terör örgütlerinin (PKK/PYD) bölgesel (İsrail) ve küresel aktörlerin (ABD-Rusya gibi) hemen harekete geçerek oportünist bir şekilde, Suriye'de oluşan geçici güç boşluğunu Suriye'de kazanım elde etme amacıyla kullanmaya başladığını gördüğümüz şu dönemde atılacak adımların adil, dengeli, bölgesel ve küresel aktörlerle diyalog içinde hızla atılması zorunluluğu bulunuyor.

Zira gecikmenin yol açtığı fatura, kazanımlardan daha ağır bedellere sebebiyet verebilecektir.

Sonuç

Suriye'nin yeniden inşası, sadece ülkenin iç yapısını değil, aynı zamanda bölgesel istikrarı da doğrudan etkileyecek kritik bir dönüm noktasını oluşturmaktadır.

Bu süreçte, ülkenin toprak bütünlüğünün korunması ve üniter yapısının muhafaza edilmesi esastır.

Herhangi bir şekilde dış müdahaleler ve bölgesel aktörlerin çıkarları, bu sürecin sağlıklı bir şekilde ilerlemesini engelleyebilir.

Türkiye, bu anlamda bölgedeki güvenliği sağlamak, Suriye halkının haklarını korumak ve demokratikleşme sürecine katkıda bulunmak için stratejik bir rol üstleniyor.

Bundan sonra, Suriye'deki gelişmeler, bölgenin siyasi yapısını, toplumsal dinamiklerini ve uluslararası ilişkilerini doğrudan etkileyecektir.

Türkiye'nin güçlü kurumsal yapısı ve bölgesel deneyimi, Suriye için bir model oluşturma potansiyeline sahiptir.

Bu model, yalnızca ekonomik ve güvenlik alanlarında değil, aynı zamanda toplumsal uyum ve demokrasi konusunda da Suriye'nin istikrarına katkı sağlayacaktır.

Türkiye, Suriyelilerin kendi kaderini tayin etme hakkına saygı göstererek, bölgesel barışı pekiştirme sürecinde önemli bir aktör olarak dün olduğu gibi bugün ve yarın da olacaktır.

Türkiye'nin Suriye'deki siyasi çözüm sürecine katkısı, bölgedeki diğer ülkelerle işbirliklerini güçlendirecek seviyeyi yakalayabilirse uluslararası düzeyde barışçıl bir ortamın inşası gerçekleşecektir.

Bu süreçte atılacak her adım, sadece Suriye'nin değil, tüm Ortadoğu'nun geleceğini belirleyecek niteliktedir.

Suriye'nin yeniden inşası, yalnızca iç dinamiklerle değil, aynı zamanda bölgesel ve küresel aktörlerin işbirliğiyle gerçekleşecektir.

Türkiye, bu işbirliğinde merkezî bir rol üstlenerek, Suriye'nin toprak bütünlüğünü koruma ve ülkenin iç yapısını dengeleme noktasında kritik bir pozisyon alacaktır.

Aynı zamanda, bu süreç, bölgesel barışın güçlenmesi ve uluslararası işbirliklerinin temellerinin atılması açısından da büyük bir önem taşıyor.

Her bir adım, sadece Suriye'nin iç sorunlarının çözülmesiyle kalmayacak, aynı zamanda Ortadoğu'da uzun vadeli bir istikrarın temellerini atmak için fırsatlar sunacaktır.

Bu bağlamda, Suriye'nin geleceği, uluslararası aktörlerin ortak çabaları ve Türkiye'nin liderlik rolüyle şekillenebilecek bir görünüm arz ediyor.

Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak