Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir
Kütahya Ekspres

Zaferler ayı ağustos: 1071’den 1922’ye

Ağustos ayı, Türk tarihi açısından zaferlerle dolu bir dönemi simgeler ve milletimizin şanlı geçmişinde müstesna bir yer tutar.

Bu ayda kazanılan büyük zaferler, Türk milletinin tarih boyunca sergilediği azim, irade ve direnişin en somut göstergeleridir.

1071 Malazgirt Zaferi ile başlayan bu zaferler serisi, Dumlupınar Zaferi ile taçlandırılmıştır.

Tarihimizin en büyük iki zaferi, milletimize bu ayda nasip olmuştur ve bu zaferler milli birlik ve beraberliğimizin en güçlü nişanesi olarak tarihe geçmiştir.

Anadolu’nun Türklere açılan kapısı Ahlat

Anadolu’nun kapılarını milletimize açan Malazgirt zaferi ile ağustos ayı zaferler silsilesinin ilk meşalesinin yakıldığı Ahlat, Urartulardan Osmanlılara kadar birçok devlet ve hanedan tarafından yönetilmiştir.

Şehrin en eski sakinleri olan Urartular, buraya “Halads” adını vermiştir. Süryaniler bu şehri “Kelath”, Araplar “Hılât”, Türkler ise “Ahlat” olarak adlandırmıştır.

Ahlat’ın Müslümanlıkla tanışması, Hz. Ömer döneminde İyâz b. Ganm tarafından 640-41 yılında fethi ile gerçekleşmiştir. Türkler ile tanışması ise Hazar Türklerinin Ahlat’ı ele geçirmek istemesiyle gündeme gelmiştir.

Türkler Anadolu’ya geldiğinde, Ahlat haricindeki Malazgirt, Van, Bargiri ve Erciş gibi şehirler Bizans’ın kontrolündeydi.

Malazgirt, 1054 tarihinde Tuğrul Bey tarafından Ahlat üzerinden gidilmek suretiyle kuşatıldıysa da alınamadı.

Alparslan döneminden itibaren Ahlat, Anadolu içlerine doğru yapılan fetihlerde üs olarak kullanıldı.

Büyük Selçuklu komutanı Afşin Bey, Ahlat üzerinden Anadolu’nun çeşitli bölgelerine seferler düzenledi.

Sultan Alparslan da aynı yolu takip ederek, Ahlat üzerinden Malazgirt’e gidip 1071 yılında şehri kolayca fethetti.

Aynı sene, Ahlat şehrinin Emîr Sunduk tarafından yönetildiği ve Bizans öncülerini mağlup ettiği bilinmektedir.

Bölgede siyasi istikrarın sağlanması, ticari faaliyetlerin gelişmesine zemin hazırlamış bu durumda bilim, sanat ve kültür alanında ilerlemelerin önünü açmıştır.

12 ve 13’üncü yüzyıllarda yaşamış Ahlatlı âlimler, birçok kaynakta zikredilmektedir.

Ayrıca, Anadolu’da inşa edilen bazı mimari eserlerin Ahlatlı ustalar tarafından yapıldığı tespit edilmiştir.

Anadolu’da ilk esnaf ve sanatkâr birliklerinin de Ahlat’ta ortaya çıktığı bilinmektedir. Ahlat’ın bu dönemdeki zenginliği, pek çok hükümdarın şehri ele geçirme arzusunu artırmıştır.

Ancak Anadolu’nun Türklere açılan Ahlat kapısı Moğol istilasından sonra önemini kaybetmeye başladı ve Safevîler ile Osmanlılar’ın mücadele ettiği dönemde hem ticaret hem de kültür, sanat ve bilim konusunda bölgenin en sönük kentlerinden biri haline geldi.

Safeviler ile Osmanlılar arasında cereyan eden mücadeleler, 1555’te yapılan Amasya Antlaşması ile nihayet bulmuştur.

Katip Çelebi, yazmış olduğu eserinde Ahlat’ın meyve bahçeleriyle ünlü, elma ve kayısılarıyla tanınan bir şehir olduğunu belirtir.

1655’te Ahlat’ı ziyaret eden Evliya Çelebi ise Van Gölü’nde avlanan balıkların Acem tüccarlarına satıldığını ve bu gelirle Van çevresindeki askerlerin maaşlarının ödendiğini yazar.

Tanzimat sonrası Ahlat, Van eyaletine bağlı Van sancağına, II. Abdülhamid döneminde ise Bitlis vilayetine dahil edilmiştir.

Zafer ayı ağustos

Ağustos ayı, Türk milleti için zaferlerle dolu bir bayram zamanıdır.

1071’de Malazgirt, 1461’de Trabzon, 1473 yılında Otlukbeli, 1514 senesinde Çaldıran, 1516’da Mercidâbık, 1519’da Cezayir, 1521’de Belgrad, 1526’da Mohaç, 1543’te Estergon ve Nice, 1551’de Trablusgarp, 1571’de Kıbrıs, 1635’te Revan, 1645’te Hanya-Girit, 1915’te Anafartalar, 1922’de Büyük Taarruz ve 30 Ağustos zaferleri, bu ayı zafer ve bayram günleriyle anlamlı kılmıştır.

Bu zaferlerden ikisi, Türk ve dünya tarihinde derin izler bırakmıştır.

Malazgirt’ten Dumlupınar’a dünya tarihini değiştiren milletimizin ağustos ayı zaferleri

26 Ağustos 1071’de Sultan Alparslan, Malazgirt’te Bizans ordusunu mağlup ederek Anadolu’yu Türklere vatan yaptı.

Aynı ay ve aynı günde, 26 Ağustos günü 1922’de Büyük Taarruz başladı ve 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da Başkumandanlık Meydan Muharebesi’nde zaferle sonuçlandı.

Bu büyük zafer, Anadolu’yu Yunan işgalinden kurtararak Türkiye’nin bağımsızlığını ilan etti. Malazgirt Zaferi’nin yıldönümünde başlayan bu süreç, Mustafa Kemal Paşa’nın üstün liderliği ve komutanların büyük çabalarıyla taçlandı.

Fatihlerin atası olarak bilinen Sultan Alparslan’ın önderliğinde kazanılan Malazgirt Zaferi, Anadolu’yu hızla Türk yurdu haline getirdi.

1075’te Süleyman Şah tarafından Anadolu Selçuklu Devleti kurularak İznik başkent yapıldı.

1081’de Çaka Bey’in İzmir’i fethetmesiyle Türkler, kısa sürede Adalar Denizi, Akdeniz ve Karadeniz kıyılarına ulaştı.

Sultan Alparslan, Malazgirt Zaferi ile Türk hâkimiyetini Anadolu’ya taşıdı. Bu zaferin ektiği tohumlarla Türk devletinin merkezi, Avrupa ve Asya’nın en uç noktalarına kadar genişledi.

Gazi Mustafa Kemal Paşa ise Başkumandanlık Meydan Muharebesi ile Anadolu’nun sonsuza dek Türk vatanı olduğunu tüm dünyaya ilan etti.

Bu iki zafer, Türk ve dünya tarihinin akışını değiştiren önemli dönüm noktaları olarak, bazı ortak özellikler taşır.

Ağustos ayı, Türk milleti için zaferlerle dolu bir bayram zamanıdır. 1071’de Malazgirt, 1461’de Trabzon, 1473’te Otlukbeli, 1514’te Çaldıran, 1516’da Mercidâbık, 1519’da Cezayir, 1521’de Belgrad, 1526’da Mohaç, 1543’te Estergon ve Nice, 1551’de Trablusgarp, 1571’de Kıbrıs, 1635’te Revan, 1645’te Hanya-Girit, 1915’te Anafartalar, 1922’de Büyük Taarruz ve 30 Ağustos zaferleri, bu ayı zafer ve bayram günleriyle anlamlı kılmıştır.

Bu zaferlerden ikisi, Türk ve dünya tarihinde derin izler bırakmıştır.

21 yıl sonra bir ilk; Ahlat’ta kabine toplantısı ve stratejik anlam

Mekan ve coğrafya, tarih bilinci oluşturmak ve güçlü bir özgüven geliştirmek açısından büyük bir öneme sahiptir.

Mekân ve coğrafya, toplumların geçmişini ve kültürel mirasını şekillendiren unsurlardır. Tarih boyunca bir toplumun yaşadığı topraklar, o toplumun kimliğini, kültürünü ve geleneklerini belirler.

Kendi yaşadığı coğrafyanın tarihini bilmek, bireylere geçmişle güçlü bir bağ kurma ve bu bağı sürdürme imkanı verir. Bu bağ, bireylerin kültürel kimliklerini tanımalarını ve korumalarını sağlar.

Bir toplumun kendi coğrafyası üzerinde köklü bir tarihsel mirasa sahip olması, o toplumun özgüvenini artırır.

Tarihteki büyük başarılar, zorlukların üstesinden gelme kabiliyeti ve varoluş mücadelesi, bireylerde ve topluluklarda kendine güven duygusunu besler.

Örneğin, bir milletin bağımsızlık savaşı verdiği veya büyük medeniyetlere ev sahipliği yaptığı topraklar, o toplumun üyelerine özgüven aşılayarak, geleceğe dair inançlarını pekiştirir.

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER