On altıncı yüzyıldan sonra,

Osmanlı İmparatorluğu’nda yeniçeriler,

Padişah ya da sadrazamların yaptığı yeniliklere karşı ‘İstemezük’ naraları ile ayaklanırmış.

AYI AYI

Bugün,

Yalnız ve garip şehrimin ahvali bundan ibaret…

Yıllardır,

Sivil toplum kuruluşları örgütleri,

Kerameti kendinden menkul meslek örgütleri,

Üç kelimeyi bir araya getiremeyen,

Küçük şehrin mümtaz büyükleri,

Bu kentte,

Bu topraklarda,

Girişimciliği,

Yatırımcılığı,

Yeniliği desteklemedi…

Desteklemediği gibi,

Kendilerinden başka kimseyi istemedi...

Kelem gibi içimize dürüldük.

Başka köyden, kasabadan, vilayetten,

Bu şehre ticaret yapmaya,

Çay çorba, börek, tatlı satmaya gelenleri,

İcat çıkaranları,

Hiç sevmedik.

Sevemedik…

Dışladık,

Onlar köylü,

Biz şehzade şehriydik.

Tek olacaktık.

Kimse kazanmayacak,

Tek biz kazanacaktık.

Çay sıra gidip, yol sıra gelecek,

Evden getirdiğimiz sefertası ile,

Ticarethanemizin bodrum katında öğlen yemeği yiyecek,

Bütün parayı biz kazanacak,

Fakir fukara, garip gurebayı görmeyecek,

Para cebimize girecek,

Hiç çıkmayacaktı…

Tahtalıköyden yer alıp hüvelbaki olunca,

İstanbul’dan tapular, Erdek’ten yapılar,

Banka kasasından altınlar ortaya çıkacak.

Veraset belgesi almak için ertesi gün adliyeye koşan

Mirasçılar adliyede birbirine girecek,

Mirası paylaşamayacaktık…

   *      *     *

Yetmişli yılların sonunda,

Yetmiş iki buçuk milletin kardeşçe yaşadığı,

Yeni mahallede tıfıl bir çocuktuk.

Dondurma şehrimize Makedonyalı birinci nesil kuşak tarafından getirilmişti. Sade ve kakaolu olarak iki çeşitten ibaretti.

Mahalle bitişiğindeki Kütahya Birinci Jandarma Er Eğitim Tabur Komutanlığının,

“Meskun mahal içinde kaldığı için”

Bir gecede Kastamonu'ya taşınmadığı günlerdi…

Makedonya göçmeni çocukluk arkadaşlarım bir elinde külahlar bir elinde dondurma kovası ile acemi erlere  dondurma satmaya gider,  küçük yaşta ticareti öğrenir,

Mahallenin tüm çocukları nasıl ticaret yapılır heyet halinde seyrederdik…

Evvelden beri,

Her Kütahya evladına,

Başkalarına hizmet etmek

Ve dahi,

Şeker, Azot,  Kümaş, Seyitömer Kömür işletmeleri,

Bankalar, ya da kamu kurumlarına kapağı atıp,

Sallabaşı al maaşı almak,

Örnek gösterilirdi…

Ticarete kafamız basmaz,

Esnaf, ticaret erbabının çocukları,

Beş altı yaşlarında ticareti öğrenir,

Biz mahallenin altında çember çevirip, gazoz kapak oynar,

Demiryolundan geçip Tavşanlı’ya giden,

Treni seyrederdik…

Bizim neslin,

Trene bakmaları,

İş makinalarını seyretme alışkanlığı,

Evvel zamandan gelir…

  *     *     *

Bu şehirde eskiden beri  istemezükçülük vardı.

Günün birinde çocukluk arkadaşlarım jandarmanın acemi erlerine dondurma satıyordu ki,“Kavga çıktı koşun” diyen arkadaşlarla aşağı sokağa indik.

Öğrendik ki,

Bu şehirde yıllarca tek tabanca olarak,

İrmik tatlısından şambali yapıp vatandaşa satan,

Zatı muhterem bu şehirde başkasının kazanmasını istememiş.

Bahçeli evlerde eski bir evin altında,

Başka bir şehirden gelip,

Kütahyalılar ile sanayide hizmet eden sektöre halka tatlısını tanıtmış. Sevdirmiş.

İrmik tatlısı satışları bir anda düşmüş.

Muhterem irmikçi,

Halka tatlısı üreten şahsa, kiralık işyeri verilmesine kızıp ev sahibini ve dahi ahaliyi galeyana getirmişti.

Mahalleli polis çağırınca İstiklal karakolundan, olay mahalline bizzat gelen Hulusi Kentmen sevecenliğinde babacan bir komiser ‘Herkes dağılsın, sen şambali tatlını sat, sen de halka tatlını sat. Neyi paylaşamıyorsunuz. Herkes verilen rızkını yer. İkinizi de alırım içeri dağılın hade ” deyince,

Olayı seyreden cümbür cemaat ahali on saniyede dağıldı…

    *      *      *

Aradan kırk dört yıl geçti,

Amma velakin biz bir yıl ilerisini göremiyoruz.

Tek biz olacağız…

Kimse kazanmayacak,

Tüm parayı biz kazanacağız…

Yıllardır ticareti,

Hava Tugayı ile Jandarma taburundaki askerlere,

Jilet, atlet don satmaktan ibaret sandık.

Zanaati, ticareti geliştirmeyi, ilerlemeyi hiç düşünmedik.

Hava Tugayı gitti. Jandarma gitti.

Yerine polis okulu açamadık.

Kafamızı kuma gömdük kumdan bir türlü çıkamadık.

Yıllardır kelem gibi içimize dürüldük.

Şehir gelişmesin,

Kaplıcalarımızı,

Hamamlarımızı ot götürsün,

Milletin çoluk çocuk nefes aldığı,

Yeni yapılan parkların içine defi hacetimizi yapalım. Kıralım dökelim.

Gelişmeyelim.

Kimse bu öksüz şehri ziyaret etmesin.

Yatırımcı gelmesin…

Değişik kültürleri tanımayalım.

Değişik yemekleri tanımayalım.

Tarhana bulgur karnını doldur.

Arpa buğday daneler,

Yıkılsın meyhaneler…

Su aksın biz bakalım.

Öyle mi?

Avucunuzu yalarsınız…

  *       *     *

Siz gıbraşmayın.

Genç girişimciler gümbür gümbür geliyor.

Artık ticaret ve siyaset kaderini üç kişi belirlemiyor.

Eskişehir yolunda birinci, ikinci organize sanayi bölgelerinde fabrikalar, girişimciler dünyaya ürün satıyor.

Üçüncü organize sanayide müteşebbisler kuracakları fabrikalar için yer bulamıyor.

Kafanızı kumdan çıkarın…

Jilet, atlet, don, külot satmanın,

Üç kuruşa mal ettiğiniz çorbayı,

Elli  kuruşa satmanın,

Dönemi geçti…

İstemeseniz de,

Beğenmeseniz de,

Gençler bu şehrin ticaretinde de,

Siyasetinde de olacak.

Az kaldı…

Üçtaş oynayan dört yaşındaki çocuklar gibi mızmızlanmayın…

Mızmızlanmak,

Yalnızken yapıldığında bir işe yaramaz…

Ya gelin kardeşçe oyuna ortak olun,

Ya da,

Alın üçtaşlarınızı,

Gidin başka yerde oynayın…

Muhabir: Cavit Kocaçay