TÜKÜRÜĞÜN BİLİMSEL GÜCÜ: YARA İYİLEŞMESİNDE YENİ DÖNEM
ağız içindeki yaraların, vücudun diğer bölgelerine kıyasla daha hızlı iyileştiği uzun süredir biliniyordu. Bu sürecin merkezinde, insan tükürüğünün biyokimyasal yapısı yer alıyor. Tükürük; nemli ortam oluşturarak inflamatuar hücrelerin işlevini artırıyor, iyileşmeyi tetikleyen proteinler, büyüme faktörleri ve enzimlerle süreci hızlandırıyor.
Tükürükteki doku faktörü kan pıhtılaşmasını hızlandırırken, EGF (epidermal büyüme faktörü) epitel hücrelerinin çoğalmasını sağlıyor. SLPI adlı protein inflamasyonu baskılayarak iyileşmeyi destekliyor. Histatin ailesinden proteinler ise hücre göçünü teşvik ederek doku yenilenmesini kolaylaştırıyor.

Amsterdam Üniversitesi’nde yapılan deneylerde, tükürükle temizlenen yaraların 16 saat gibi kısa bir sürede kapandığı tespit edildi. Bu sonuçlar, özellikle diyabetik ülserler, yanıklar ve cerrahi yaralar gibi zor iyileşen doku hasarlarında tükürük bazlı ürünlerin kullanılabileceğini ortaya koydu. Klinik aşamaya gelen projeler, merhem ve pomatların önümüzdeki yıllarda ticarileşmesini hedefliyor.
ABD merkezli UCLA bünyesinde yürütülen "Tükürük Haritası" projesi ise tükürüğün teşhis alanında da kullanılabileceğini gösteriyor. Geliştirilen "Oral Fluid NanoSensor Test" (OFNASET) cihazı, yalnızca bir damla tükürükten hastalıkların tespitini mümkün kılacak. Bu sistem, kanser dahil birçok hastalıkta invaziv yöntemlere alternatif oluşturabilir.

Bir diğer dikkat çekici bulgu ise SLPI proteininin HIV virüsünü etkisiz hale getirmesi. Bu, HIV’in öpüşme yoluyla bulaşmamasının bilimsel gerekçesini oluşturuyor. Tükürüğün antiviral, antibakteriyel ve antifungal özellikleri bu açıdan da önem taşıyor.
İnsan tükürüğü, 1000’den fazla protein, 3000 RNA molekülü ve 400’den fazla faydalı bakteri içeriyor. Bu içerik, tükürüğü doğal bir biyolojik tedavi aracı haline getiriyor. Ancak uzmanlar, bazı bakterilerin açık yaralar yoluyla kana karışabileceğini, bu nedenle doğrudan uygulanmasının dikkat gerektirdiğini vurguluyor.

Bilim dünyası şu an tükürüğün laboratuvar ortamında taklit edilerek tedavi edici formüller geliştirmeye odaklanmış durumda. Elde edilen bulgular, gelecekte tükürüğün yalnızca bir vücut sıvısı değil, aynı zamanda farmasötik ürünlerin kaynağı olacağını gösteriyor.




