Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

Ramazan ve ahiret bilinci

Hazırlayan: F.Zehra  BALABAN “Ramazan”,

Hazırlayan: F.Zehra  BALABAN

Ramazan”, sözcük olarak “yaz sonunda yağıp yeryüzünü tozlardan temizleyen yağmur” mânâsında “er-ramzâ” kelimesinden veya “Güneş ışınlarından taşların yanıp kızması” anlamında olan “er-ramaz” kelimesinden alınmıştır. Bu yağmur, yeryüzünü nasıl temizleyip yıkarsa; kızgın yer, orada yürüyenlerin ayaklarını nasıl yakarsa, Ramazan ayı da müminleri günah kirlerinden öylece temizler, yakar, yok eder.

Aslında, câhiliye döneminde bilinen ve kullanılan takvimin on iki ayından biriydi Ramazan ayı. Kur’an’da da “Haram Aylar” diye anılan ve Araplarca hürmet edilen, kan dökülmesi ve savaşılması yasak olan dört haram ayın (Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Receb) bir ayrıcalığı vardı, ancak Ramazan ayının böyle bir özelliği yoktu. Onu değerli ve ayrıcalıklı kılan, insanlığa gönderilen son rehber kitap Kur’ân-ı Kerîm’in bu ayda indirilmesi, bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesinin bu ayda olması, temel ibadetlerden olan oruç farizasının bu ayda tutulması, teravih, mukabele, itikâf, iftar, sahur ve fıtır sadakası gibi önemli sünnetlerin hep bu ayda yaşanmasıydı.

Ramazan, Kur’ân-ı Kerîm’de adı anılan tek aydır. Ramazan, oruç ayıdır. Ramazan, Kur’an ayıdır.

Ramazan, takva ayıdır. Ramazan, ibadetlerimizi devamlı kılma ayıdır. Ramazan, şükür ayıdır. Ramazan, tövbe ayıdır. Ramazan, itikâf ayıdır. Ramazan, günahlardan uzak kalma, bir daha aynı günahlara dönmemeye karar verme ayıdır. Ramazan, bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesini  içinde  saklayan bir aydır. Ramazan, kardeşliğimizi pekiştirme, birlik ve beraberliğimizi daha da güçlü kılma ayıdır. Ramazan, infak ayıdır. Zekât ve  fıtır  sadakalarımızla aramızda gönül köprüleri kurma ayıdır. Ramazan, zulüm altında inleyen kardeşlerimize daha güçlü bir şekilde destek verme ayıdır.

Hâsılı Ramazan, bütün iyilikleri kuşandığımız, tüm kötülüklerden uzak durduğumuz kutlu bir aydır. İşte bütün bu ayrıcalıkları sebebiyle kültürümüzde Ramazan, “on bir ayın sultanı” olarak kabul görmüştür.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.s), Ramazan öncesinde yaptığı sohbetlerle, ashabının zihinlerini ve gönüllerini bu mübarek aya hazırlamıştır. Nitekim bir defasında Allah  Resûlü (s.a.s) Ramazan’ın önemini şöyle hatırlatmıştır:

“Mübarek Ramazan ayı size geldi. Yüce Allah bu ayda size oruç tutmayı farz kıldı. Bu ayda cennet kapıları açılır, cehennem kapıları ise kapanır ve şeytanların azgınları bağlanır.” (Nesâî, Sıyâm, 5)

İnsanın  yeryüzü  yolculuğundaki değişmez isteği, ölümsüzlük yani ebedi yaşama ve daimi mutlu olma arzusudur. İnsanoğlunun fıtratına yerleştirilen beka düşüncesi, zaman zaman dünyanın cazibesinin insanı kuşatmasıyla tamah ve ahireti unutarak dünyaya aşırı meyletme durumuna dönüşmekte ve bu durum, ölümü bir kâbusa çevirerek hayatı yaşanmaz hale getirmektedir. Bu bağlamda Ramazan ayı, bizi dünyanın cazibesine kapılmadan ebedi olana hazırlık yapmamız için lütfedilen rahmet ve mağfiret iklimidir. Zira Ramazan, dünyamızı mamur, ahiretimizi cennet kılmak için gönderilmiştir. Unutmayalım ki, ömrümüzün tamamını Ramazan kılarsak, Rabbimiz bizden razı olacak ve bizi ahirette cennetine ulaştıracaktır.

Peygamber Efendimiz (s.a.s) Medine’ye hicret edeli on sekiz ay olmuştu. Kısa bir süre önce kıbleyi  Mescid-i Aksâ’dan Kâbe’ye çeviren Yüce Allah, bu sefer de hicrî takvimin 8. ayı olan Şâban ayında, Ramazan orucunu farz kılan şu ayetleri indirdi:

“Ey inananlar! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, sakınasınız diye size de sayılı günlerde farz kılındı… Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır. Öyle ise sizden Ramazan ayını idrak edenler onda oruç tutsun. Kim o anda hasta veya yolcu olursa (tutamadığı günler sayısınca) başka günlerde kaza etsin. Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez. Bütün bunlar, sayıyı tamamlamanız ve size doğru yolu göstermesine karşılık, Allah’ı tazim etmeniz, şükretmeniz içindir.” (Bakara, 2/183-185)

Ramazan ayının en büyük kazanımlarında biri de ahiret bilincidir.

İslam inancına göre kıyametin kopmasını ve dünya hayatının sona ermesini müteakip bütün insanlar diriltilerek yeni bir âlem kurulacak, yeni bir hayat başlayacak ve insanlar dünya hayatında yapıp ettiklerinden sorgulanmak üzere bir araya getirilecektir. İşte bu hayata ahiret hayatı denilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de dünya hayatının imtihan yeri, ahiretin ise ebedilik yurdu olduğu haber verilmektedir:

‘’ Allah, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk, 67/2) Cenâb-ı

Hak, bizlere iki hayat bahşetmiştir. Bunlardan ilki içinde yaşadığımız imtihan dünyasıdır. Allah’ın dünyada her insan için takdir ettiği bir süre vardır. Bu sürenin bitmesi yani ölüm ile birlikte ahiret hayatı başlar. Artık insanın imtihan süresi bitmiş, amel defteri kapanmıştır. Bu dünya ölümle birlikte sona erer ve ahiret hayatı başlar. Ölüm asla bir yok oluş değildir. Ebedi hayata geçişin ilk kapısıdır. Dünya, insan için bir sınav yeri ve misafirhanedir. Ahiretin tarlası ve ona hazırlık yeridir. Ahiret ise, kulluk yolculuğumuzun sonsuzluk durağıdır. Rabbimiz, ahiret günü hakkında Kur’an’ı Kerim’de bizi şöyle uyarmaktadır:

“Ey insanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Hiçbir babanın çocuğuna yarar sağlayamayacağı, hiçbir çocuğun da babasına yarar sağlayamayacağı günden korkun! Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın. O aldatıcı şeytan da Allah hakkında sizi aldatmasın.” (Lokmân, 31/33) Ahiret kelimesi Kur’an’da çok sık geçer. Genellikle de “el-yevmü’l-âhir” (son gün), “eddârü’l-âhire” veya “dârü’l-âhire” (son ikamet mahalli), “en-neş’etü’l-âhire” (ikinci yaratılış, son hilkat) tarzında veya dünya ile karşılaştırmalı olarak zikredilir. Ahiret kelimesi Kur’an’da yalın olarak kullanıldığında da “ed-dârü’l-âhire” (ahiret yurdu) manasına gelmektedir. Ahirete iman mümin olmanın temel şartlarından birisidir. Kur’an-ı Kerim’de muttakî kullardan şöyle bahsedilir:

“Elif, Lam, Mim. Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir. Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; âhiret gününe de kesinlikle inanırlar.” (Bakara, 2/1-4) Bir diğer ayette müminlerden bahsedilirken de yine şöyle buyrulmaktadır: ,Onlar “namazı kılarlar, zekâtı verirler; âhirete de kesin olarak iman ederler.” (Lokmân, 31/4)

Ahiret gününe iman, Allah’a iman esasından ayrı düşünülemez. Çünkü Allah’a iman etmek onun bildirdiği hakikatlere de iman etmeyi gerektirir. İnandığımız Allah bize ahiret gününün varlığını, orada müminlerin ulaşacağı nimetleri, kâfirlerin göreceği azabı haber vermiştir. Bu sebeple ahiret gününe inanmamız da kaçınılmaz olur. Bundan dolayı Müslüman, inancının bir gereği olarak daima ahiret gününe iman ettiğini, Kuran ve sahih sünnette bildirilen ahiret ahvaline inandığı da söyler. İşte şu ayeti kerime bize, ahirete imanın İslam inanç temellerinden biri olduğunu  bildirmektedir:

Ey “ iman edenler! Allah’a, Peygamber’ine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin.” (Nisa,4/136) Bu ayetin devamında ise bu esasları inkâr etmenin küfrü gerektirdiği bizlere şöyle bildirilmektedir: ’’Kim Allah’ı ,meleklerini, kitaplarını, Peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse derin bir sapıklığa düşmüş olur.” (Nisa,4/136) Sohbetimizin bu kısmında asr-ı saadette yaşanan bir hadiseye kulak verelim. Bir gün Ensar’dan bir sahabi gelerek Peygamber Efendimiz (s.a.s)’e selam vermiş ve şöyle demiştir: “Ey Allah’ın Resûlü! En faziletli mümin kimdir?” Peygamberimiz (s.a.s),  ” Ahlak bakımından en güzel olandır” buyurmuştur. Gelen kişi “Peki, en akıllı mümin kimdir?” diye tekrar sorunca Resûl-i Ekrem (s.a.s) şöyle buyurmuştur:“Müminlerin en akıllıları, ölümü en çok hatırlayanlar ve ölümden sonrası için en güzel şekilde hazırlananlardır.” (İbnMâce, Zühd, 31) Peygamber Efendimiz (s.a.s)’in buyurduğu üzere mümin, ahiret bilincini kuşanır. Ölümden sonrası için hazırlık yapar. Hayatının her alanında sorumluluk bilinciyle hareket eder. Var oluş gayesine uygun bir hayat yaşar. Allah’ın rızası doğrultusunda bir ömür geçirir. Gizli aşikâr bütün amellerinin kaydedildiği ve günü geldiğinde hepsinden hesaba çekileceği bilinciyle yaşar. Dünyanın bir imtihan yurdu olduğunu asla unutmaz ve onun geçici güzelliklerine kanmaz. Ömrünün her an elinden kayıp gittiğinin bilincindedir. Her geçen vaktini kıymetli kılan yegâne sermayenin iman, salihamel, hakkı ve sabrı tavsiye etmek olduğunu bilir. Huzuru ve mutluluğu Allah’a imanda ve O’nun rızasını kazandıran amellerde arar. Dünyada ekilen tarla, ahirette hasat verir, kıymet kazanır ve ebedileşir. Ancak ekmeden hasat olmaz; hayatın ebedi ve leziz bir semereye dönüşebilmesi için bu dünya da en az ahiret kadar gereklidir. Dolayısıyla dünya yaşamı, insana bahşedilen hayatın evveli, mukaddimesi, önsözüdür. Asıl ve kalıcı olan hayatı anlamak ve hak etmek için, bu önsözü okumak, tatmak ve yaşamak gerekir. Hayatımıza yön veren, anlam ve değer katan ahirete olan imanımızdır.

Zira ahirete iman eden kişi, ebedî mutluluğun anahtarının bu dünyada olduğunun bilincindedir. Bu şuur ve inançla Allah’ın rızasını kazandırabilecek bir hayatı yaşama gayretinde olur. Mümin, imanının bir gereği olarak hayatını, samimi bir niyetle işlediği salih amellerle bereketlendirir. Yaşantısını güzel ahlakla süsler.Takva azığı ile Cenab-ı Hakkın katında yücelmeye çalışır. Huzuru Allah’ı anmakta bulur. Rabbini unutturacak çirkinliklerden uzak durur. Dua ile Yüce Yaratan’a kulluğunu arz eder. Nimetlere şükreder, sıkıntılara sabreder. Ailesi, çevresi ve toplumu ile barışık yaşar.

Ahirete iman eden kişi, ilahi bir gözetim altında olduğunun bilincinde olmalıdır. Daima ölçülü ve dengeli bir hayat sürmelidir. Ahiret bilincini kuşanmış mümin, affedicidir, bağışlayıcıdır, hoşgörülüdür. Zorluklar karşısında sabırlı ve metanetlidir. Hiçbir zaman ümidini yitirmez, daima Allah’a tevekkül eder. Huzuru ve mutluluğu, O’na imanda ve O’nun rızasını kazandıracak amellerde arar. Zira mümin, bilir ki,’’ Kim zerre  ağırlığınca bir hayır işlerse onun mükâfatını görecektir. Kim de zerre ağırlığınca bir kötülük işlerse onun cezasını görecektir.” (Zilzâl, 99/7,8)

Ahirete iman etmek, hayatımıza, tutum ve davranışlarımıza anlam katar. Yaratılış gayemizi idrak etmemizi sağlar. Rabbimize imanımızı, ibadet ve itaatimizi güçlü kılar. Canlı cansız bütün mahlûkata karşı sorumluluk bilinci kazandırır.“Kim mümin olarak ahireti ister ve ona ulaşmak için gereği gibi çalışırsa, işte bunların çalışmalarının karşılığı verilir.” (İsrâ, 17/19)

Ahirete inanmak insanın bireysel, toplumsal ve evrensel boyutlarıyla da güçlü bir biçimde ilişkilidir. Peygamber Efendimizin şu hadisleri hep bu olguyu destekler mahiyettedir:“Allah’a ve ahiret gününe iman eden kişi misafirine ikram etsin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kişi komşusunu rahatsız etmesin. Allah’a ve ahiret gününe iman eden kişi ya hayır söylesin ya da sussun.” (EbûDâvûd, Edeb, 122, 123) Bu hadis ile Peygamber Efendimiz (s.a.s) ahiret gününe iman etmenin insanı sosyal ilişkilerinde sorumlu yapacağını, çevresindeki bütün varlıklarla iletişimini doğrudan etkileyerek düzenleyeceğini açıkça ifade etmiştir. Ahirete iman, insanın niyetlerini, sözlerini, davranışlarını kısacası her anını ve her adımını etkileyen eşsiz bir güçtür. Müminin hayatı, ailesiyle, komşularıyla, iş arkadaşlarıyla, canlı ve cansız bütün çevresiyle ilişkileri, ahiret bilinciyle şekillenir.

Ahirete imanı yürekten benimseyen mümin, her işinde Rabbinin koyduğu sınırları ve O’nun rızasını gözetir. İmanının gereği olarak salih ameller işler ve güzel ahlakla kemale erer. Kendisini daima hesaba çeker. Kötü sözlerden ve çirkin işlerden uzak durur.

Mümin, kâinata ibret nazarıyla bakar. Hayatı ve ölümü, sağlığı ve hastalığı, bolluğu ve darlığı, sevinci ve hüznü imtihan dünyasının bir parçası olarak görür. Yaşadığı her tecrübe, karşılaştığı her hadise, onun için iyilik ve mükâfat vesilesidir. Peygamberimizin ifadesiyle, nimetlere şükreder; bu onun için hayır olur. Sıkıntılara sabreder; bu da onun için hayır olur.

Ahirete imanı içtenlikle benimseyen mümin “yaptığı hiçbir iyiliğin mükâfatsız kalmayacağını hem dünyada hem de ahirette karşılığının tam olarak verileceğini” bilir.

Ahirete inanan kişi, ebedî hayatta kendisinin tek yoldaşının ameli yani dünyada yapıp ettikleri olduğunu idrak eder. Çünkü Allah Resûlü şöyle buyurmaktadır:

Ölü “ ile beraber kabre kadar üç şey gider; Ailesi, malı ve amelleri. Bunlardan ikisi yani ailesi ve malı geri döner üçüncüsü olan ameli kendisiyle baş başa kalır.” (Nesâî, Cenâiz, 52)

Ahirete iman etmek insan hayatına anlam katar, yön verir, değer kazandırır. Bu inanç, insana bütün davranışlarını yüce bir gaye için yaptığı bilincini aşılar. Ebedî dünyayı da hesaba katan bir sorumluluk duygusuyla hareket eden insan kötülüklerden uzak durur.

Dünya hayatını iyilik, dürüstlük, yardımseverlik gibi salih ameller üzerine inşa eder. Zekat, fıtır sadakası ve her türlü infakla ihtiyaç sahiplerinin yüzünü güldürür.

Ahirete inanan insan, dünya hayatında ölçülü, tutarlı hareket eder. Kin, haset, düşmanlık, nefret gibi duygularını törpüler. Affetme, bağışlama, hoş görme duygularını geliştirir. Kendisi, ailesi, çevresi ve toplumu ile barışık yaşar.

Bela ve musibetler karşısında sabırlı ve fedakârca davranabilir. Huzuru ve mutluluğu servet, şöhrette değil Allah’a imanda, imanı çerçevesinde yaşamada arar. O’nun rızasını kazanabileceği işleri yapmaya çalışır. Huzurlu bir toplum olmanın en etkili yolu, toplumun ahirete yürekten iman eden fertlerden teşekkülünü sağlamaktır.

Ahirete iman bilinciyle hareket eden ve bu bilinç doğrultusunda yaşayan bireyler; erdemli, ahlâklı olmayı, hak hukuka riayet etmeyi, başkalarına saygı göstermeyi, kısaca yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmeyi şiar edinirler. Bu his ve şuura sahip olan fertlerden müteşekkil olan toplum âdeta dünyada iken cenneti yaşayan bir toplum olur.

Ahirete iman eden, zulme rıza göstermez. Zalime asla meyletmez. Adaletten asla şaşmaz. Dünyanın neresinde olursa olsun mazluma, mağdura destek olur. Zalime destek olmadığı gibi zalimden alış-veriş yapmak suretiyle zulmün taraftarı olmaz.

Ne hazindir ki, bu Ramazan ayında da Filistinli, Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz zulüm altında. Gazze ve Doğu Türkistan başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde Müslümanlar iftar sevincinden ve sahur bereketinden mahrum. Kardeşlerimiz açlıkla karşı karşıya. Şu hususu asla unutmayalım ki, kardeşlerimiz açken tok sabahlamaz bize yakışmaz. Maddi ve manevi bütün imkânlarını mazlumlar için seferber etmek mümin olmamızın gerekliliğidir.

Zulüm sona erinceye kadar zalimlere karşı boykotu sürdürmek, en öncelikli vazifelerimizden biridir. Yaratılış gayesini unutmayan, ahiret hayatının varlığına ve ilâhî adalete inanan mümin kul bu ulvî duygunun benliğinde oluşturduğu heyecanla hayatına yön verir. Dinin kendisine yüklediği  görevleri eda etmek için var gücüyle çaba harcar, gayret gösterir. Böylesi bir çaba sonucunda meydana gelen salih amelin sahibi kâmil müminin mükâfatını tam manasıyla alması her aklıselim sahibinin beklentisidir. Bu beklenti aklın ve vicdanın gereğidir. Bu çabalara Allah’ın takdir edeceği mükâfat, bir kudsîhadiste şu şekilde ifade edilir: “Ben salih kullarıma hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği ve hiç kimsenin hayal bile edemeyeceği nimetler hazırladım.” (Müslim, Cennet ve sıfatünâimihâ ve ehlihâ, 2)

Kısaca ahirete iman bireyin psikolojik durumundan davranışlarına, Yaratan’ı ile ilişkilerinden kendisi, ailesi ve toplumu ile olan ilişkilerine varıncaya kadar sosyal hayatın tüm alanlarını kapsayan bir olgudur. Dünyada ahiretin ebedî mutluluğunu ve sonsuz nimetlerini düşünerek Yaratan’ının gösterdiği doğrultuda harekete eden mümin, hiç şüphesiz ahirette cennetle mükâfatlandırılacaktır. Bu minvalde Allah Resûlü (s.a.s) şu müjdeyi vermektedir:“Allah’a ve ahiret gününe iman ettiği hâlde ölen kimseye, cennetin sekiz kapısının hangisinden dilersen gir denilir.” (İbnHanbel, I, 17)

Ahiret yurdunun daha hayırlı ve kalıcı olduğunun idrakinde olalım. Dünyayı ahirete tercih edenlerden olmayalım.” Ey insan! Yüce Rabbin hakkında seni yanıltıp aldatan ne oldu?” (İnfitâr, 86/6) sorusuna muhatap olmamak için Rabbimize hakkıyla kulluk edelim.

Yüce Rabbimize sonsuz  hamdü senalar olsun ki, bizleri yeniden Ramazan ayına kavuşturdu. Rabbimiz evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden azat olacağımız bu müstesna günleri en güzel şekilde değerlendirmeyi hepimize nasip eylesin,inşaallah