Henüz reşit olmamıştı.
Dudağını büzdü…
Güldü…
Elini çenesine koydu…
Sağ profilden sol profilden derken; pahalı telefonuyla onlarca fotoğrafını çekti.
Yüzü boya küpünden çıkmış gibiydi.
Yeterli bulmadı.
Filtreledi.
Havalı ve zengin görünmeliydi.
Dakikalarca fotoğraflar arasında geldi gitti.
En güzelini seçti, popüler bir şarkıyla pahalı mekanı etiketleyip sosyal medyasında paylaştı.
Masasına pahalı şeyler söylemişti.
Bir dilim ondan, bir yudum şundan, gerisini elinin tersiyle itti.
Cebindeki parayı babasından, annesinden veya başka birisinden almıştı.
Alın teri değildi.
Kaynağı mühimsizdi.
Ayakkabısı…
Montu…
Çantası…
Üzerinde ne varsa tepeden tırnağa at nalı gibi markalı ürünlerlerle bezenmişti.
Dünya onun etrafında dönüyordu(!)
Manevi değerler ve gündem zerre umrunda değildi.
Yediği önünde, yemediği arkasında ama o şükretmeyi bilmiyordu!
Şatafatlı ve gösterişli hayatı ona yetersizdi.
Kimse onu anlamıyordu(!)
Mutsuzdu…
*
Henüz reşit olmamıştı.
Akşam saatleriydi…
İşten yeni çıkmıştı…
Yorgundu…
Annesiyle emlakçıya sobalı ev sormuştu.
Utangaç, boynu bükük, üstü başı pejmürde idi.
Nasırlı elleri ve yüzü kir içinde, saçları dağınıktı.
Yaşı küçük, yüreği kocaman, bir o kadar da gururluydu.
Evi gezdiler.
Gaybiefendi Mahallesinde kırkına dayanmış eski bir daire.
Üç göz odası var.
Kirası 5 bin lira.
Eksiği gediği yok değil.
Sobalı bir ev işte.
Kış kapıya dayanmak üzere.
Odunu var, kömürü var.
Taşınma masrafı.
Evin temel ihtiyaçları.
Gençliğini ziyan edercesine direniyor.
Annesi gururla, Emlakçı hayranlıkla genci izliyor.
Genç vakur bir eda ile;
Dişinden tırnağından artırdığı, alın teriyle kazandığı helal parasıyla ” evi tuttum “ diyor.
Ertelenmiş hayaller.
Yaşanmamış günler.
Vuslata ermek kimin umrunda ki?
Annesiyle, kardeşleriyle samimi ve sıcak bir yuva ortamı her şeyi unutturmuş.
Mutluydu…
Tavrına hayran kaldığım kocaman yürekli ve gururlu çocuk!
Zor ve acımasız hayatın yürüyen hakikatisin sen.