Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

İslam’da Aile

Aile; kan bağı, evlilik

Aile; kan bağı, evlilik ve evlat edinme gibi yollarla oluşan en küçük toplumsal birimdir. İslam fıkhında ise aile; karı kocanın dayanışma içinde birlikte yaşamasına izin veren ve taraflara bir takım yükümlülükler yükleyen bir kurumdur.

(M. Akif Aydın, İslam Osmanlı Aile Hukuku, (İstanbul: İFAV, 1985), 12.) İslam fıkhında aile; kan bağı, süt bağı ve sıhriyet yani evlilik yollarıyla oluşur. Evlat edinme İslam’da aile kurmada bir yol olarak benimsenmemiştir.

Ailenin teknik tanımı yukarıdaki gibi yapılmakla birlikte estetik tanıtımı şöyle yapılabilir; aile eşler açısından samimi bir sevgi ile örülen bir kalp düğümü, çocuklar açısından insanlık mektebi, toplum ve devlet açısından insan neslinin ve millet varlığının devamının teminatıdır. Her bir aile yuvası cemiyet peteğine bir göz eklemek demektir. Diğer taraftan aile, fıtratın beklentilerine cevap vermektir.

Ailenin önemi Kur’an perspektifinden şöyle temellendirilebilir: Kur’an’da kâinattaki her şeyin erkekli-dişili olarak çift yaratıldığı açıklanmıştır. وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ “Biz her şeyi çift çift yarattık ki düşünüp öğüt alasınız diye” (Zâriyat 51/49) buyrulmuştur. İnsanın yaratılışı itibariyle elbise gibi kendisini saracak bir eşe, sıcak bir yuvaya, hayatın zorluklarını birlikte göğüsleyeceği hayat arkadaşına muhtaç kılındığı dolaylı olarak ifade edilmiştir. هُنَّ لِبَاسٌ لَكُمْ وَاَنْتُمْ لِبَاسٌ لَهُنَّؕ ” Onlar sizin için bir elbise siz de onlar için bir elbisesiniz” (Bakara 2/187) buyrulmuştur.

Yine Allah, eşlerin huzur ve sükûn kaynağı olmasını, nikâh yoluyla aralarında sevgi, saygı ve merhamet duygusunun oluşmasını varlığının delillerinden kıldığını açık bir şekilde beyan etmiştir. وَمِنْ اٰيَاتِهٖٓ اَنْ خَلَقَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً لِتَسْكُـنُٓوا اِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُمْ مَوَدَّةً وَرَحْمَةًؕ اِنَّ فٖي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ‘’Onlara ısınıp kaynaşasınız diye size kendi türünüzden eşler yaratıp aranıza sevgi ve şefkat duyguları yerleştirmesi de O’nun kanıtlarındandır. Doğrusu bunda iyi düşünen kimseler için dersler bulunmaktadır”. (Rûm 30/21)

Kur’an’dan elde edilen bilgiler ışığında düşünüldüğünde çıkan sonuca göre, Allah (cc) insan neslinin meşru yolla çoğalmasını evlilik kurumuna bağlamıştır. Fıkhın gözettiği ve koruduğu beş ana gayeden birisi nesil olmuştur. Buna karşın fıtrata ve ahlaka aykırı, nefse, nesle ve sosyal hayata zararlı gayri meşru ilişkiler yasaklanmıştır.

Dinimizin korumayı emrettiği şeylere zarûriyyat-ı diniyye denir. Bunlar beş tanedir.
1- Dini muhâfaza

2- Canı/nefsi muhâfaza

3- Nesli muhâfaza

4- Aklı muhâfaza

5- Malı muhâfaza

Nesli Muhâfaza: Dünya hayatının devamı neslin devamına bağlıdır. Bu durum insanlara neslin devamı ve korunması sorumluluğunu yüklemektedir. Zarûrât-ı dîniyye denilen bu beş önemli değerin korunacağı en önemli alan ailedir. Çünkü canlı organizmalarda hücrenin yeri ve özelliği neyse toplum ve cemiyet için ailenin konumu da odur. Dinî ve millî hayatın korunması, dinin, nefsin, neslin, aklın ve hatta malın korunması aile hayatına bağlıdır.

Aile, insanoğlunun dünyevî huzur ve sükûn ile âhenk ve mutluluğu solukladığı ilk ve tek yuvadır. İnsanların olduğundan fazla görünmek kaygısı taşımadığı; her üyesinin birbirinden haberdar olduğu sıcak bir yuvadır.

Sevginin en çok arandığı ve harç gibi bağlayıcı görüldüğü yer aile yuvasıdır. Orada sevgiyi sürekli kılan güven ve güzel geçimdir. Sevginin yerini doldurabilecek bir başka harç olmadığı gibi sevgiyi güven kadar besleyecek başka bir besin de yoktur. Aslında uyum, güven, saygı ve sevgiye dayalı evlilik kadar mutluluk veren bir başka beraberlik yoktur. Bunun devamı için de başlıca üç şey gerekir:
1- Muhâtaba saygı,
2- Güven,
3- Empati.

Bugün ideal insan tipi, başkalarını düşünen, onlar için fedâkarlık yapan değil, kendisi için yaşayan, çok kazanan ve iyi harcayan, rahat ve konforlu bir hayat süren, sadece kendini düşünendir. Sekülerizmin ve ferdiyetçiliğin dayattığı insan tipi budur. Oysa mutlu bir yuva için eşler:

1- Birbirlerini olduğu gibi kabul eder, birbirlerinin iyi yönlerini öne çıkarır, kötü yönlerini görmezden gelirler.
2- Eşini değiştirmeye çalışmak yerine kendi davranışını değiştirmeyi önceler.
3- Eşler birbirinin dostu ve arkadaşı-sırdaşıdır. Fizikî, zihnî ve kalbî beraberlik içindedir. Birlikte fazlaca vakit geçirmeye özen gösterir.
4-  Birbirlerini maddî-manevî destekleyerek moral verir, kişisel girişimlerine katkı sağlar.
5- Birbirlerine karşı kibar, zarif, saygılı davranır. Eşini başkalarıyla kıyaslamaz.
6- Zıtlaşmaktan sakınır ve farklı düşüncelere saygı gösterir.
7- Çocuk yuvanın devamlılığını sağlar. Ancak çocuk fedâkarlık ister, eşler bundan kaçmaz.

Ailenin bir diğer önemli yönü ise eğitim kurumu gibi işlev görmesidir. Eğitim genel olarak resmi müfredatla yapılır. Ancak eğitimin bir de gizli müfredatla yapılanı vardır. Resmi müfredat okullarda uygulanan müfredattır. Gizli müfredatın belli bir mekânı bulunmamakla birlikte en fazla görüldüğü yer ailedir. Bireysel ve toplumsal gelişimde gizli müfredatın rolü büyüktür. Şöyle ki; hitap şekli, yemek adabı, kişisel temizlik, tertip ve düzen, dürüstlük, doğruluk, sevgi, saygı ve pozitif düşünce gibi nitelikler büyük ölçüde aileden kazanılır. Zira ailede çocukken öğrenilen şeyler iz bırakıcıdır ve hiçbir zaman hafızadan silinmemektedir. Çocukların kişiliğini şekillendiren de aile de yaşadıklarıdır.

Mutlu, huzurlu bir aile yuvasında kadın ve erkeğin hak ve sorumluluklarına da dikkat etmeleri gerekmektedir. İslam fıkhında evi hazırlama ve evin geçimini temin etme sorumluluğu erkeğe verilmiştir. Kadına da kendisi için hazırlanan eve gitmek, o evde kocasıyla yaşamak, Allah’a isyan olmayan konularda kocasının sözünü dinlemek, normal hayatın akışı içinde ve dinin izin verdiği durumlar hariç olmak üzere kocanın izni olmadan evi terk etmemek, kocasının haberi ve izni olmadan eve başkasını almamak gibi sorumlulukları bulunmaktadır. Kısacası kadının koruması gereken iki şey vardır. Bunlardan birisi iffetidir. Kadın, iffetine halel getirecek her türlü söz ve fiillerden sakınmalıdır. Diğeri ise, kocası tarafından temin edilen mal ve eşyaların korunmasıdır.

İslam’da evin nafakası, eşin yeme, içme, giyinme ve tedavi masrafları erkeğe aittir. Ancak Mecelle’nin 39. Maddesinde beyan edilen “zamanın değişmesiyle hükümlerin değişmesi engellenemez” kuralı gereği eğer ailede hem kadın hem erkek çalışıyorsa ailenin geçiminde kadın ve erkeğin birlikte belirleyecekleri bir düzene uygun hareket etmelerinde fıkhi açıdan bir sakınca bulunmamaktadır. Bunların yanı sıra erkeğin de iffetini koruması, eşine sâdık olup aile yuvasını dağıtacak işlerden uzak durması gerekmektedir.

Ayrıca ailenin bir bütün halinde kendini koruması, başlarına gelen zorluklara karşı tek vücut olarak hareket edebilmeleri için istişare de son derece önemlidir. Özellikle ailenin her bir ferdini ilgilendiren konularda istişare etmek ve ortak akılla hareket etmek sorunları asgarî seviyeye indirmek ve çözüme daha kısa sürede kavuşmak için son derece mühimdir. Efendimiz(sav)’de kendisine ilk vahiy geldiğinde derhal evine koşmuş ve durumu ilk önce değerli eşi Hz. Hatice ile istişare etmiştir. Efendimizin aile hayatında bu ve buna benzer pek çok örnek görmek mümkündür.

İnsan için cemiyet, cemiyet için de aile ne kadar önemli ise Hak Din’in son ve en kâmil tebliğcisi ve uygulayıcısı Fahr-i Kâinat (s.a.v.) Efendimiz de aileye o kadar önem ve değer vermiştir. Allah Teala’nın insanlığa örnek olarak sunduğu sevgili Resulü bizzat evlenmiş, aile kurmuş; baba, dede, eş, kayınpeder, enişte gibi aileye bağlı sıfatlarla örnek davranışlar ortaya koymuştur. Evlenmeyi teşvik etmiş, aile hayatını terketmek isteyenleri bundan vazgeçirmiştir. Sahabeden üç kişi Resulullah’ın eşlerinden birine O’nun günlük ibadet hayatını sormuşlar, durumu öğrenince kendi ibadetlerini az bulmuşlar ve o andan itibaren kendilerini ibadete vermeyi kararlaştırarak; birisi gece sabahlara kadar namaz kılmaya, ikincisi her gün oruç tutmaya, üçüncüsü de aile hayatı ile ilgisini kesmeye azmetmişlerdi. Hz. Peygamber yaptıklarını öğrenince yanlarına geldi ve şöyle buyurdu: “Yemin ederim ki ben hepinizden daha fazla Allah’tan korkar ve O’nun koyduğu sınırlara riayet ederim, fakat (aynı zamanda) nafile oruç tuttuğum da olur, tutmadığım da, gece namaz da kılarım uyku da uyurum, kadınlarla da evlenir aile hayatı yaşarım; imdi kim benim yolumdan ayrılırsa benden değildir.” diye buyurarak aile hayatının önemine dikkat çekmiştir. (Buhari, Nikâh, 1)

O gençlere hitaben şöyle buyuruyor: “İmkân bulanlarınız evlensin; çünkü gözü ve iffeti en iyi koruyan evliliktir…” (Buhari, Nikâh, 2-3.) Resulullah’ın talimatından çıkan sonuca göre imkânı müsait ve evlilik hukukuna riayet edebilecek olan kimselerin evlenmeleri gereklidir.

Evlenmeyi kolaylaştırmış, şeklini, şartlarını ve maddi külfetini asgariye indirmiştir.

Kurulmuş ailenin fertleri arasında çıkan anlaşmazlık ve problemler ile ilgilenmiş, bütün imkânları aileyi sürdürme ve huzuru sağlama yönünde kullanmıştır. Bizzat kendi yakınlarında, daha doğrusu en yakınında, Hz. Ali ile eşi Fatıma arasında meydana gelen bir kırgınlıkla nasıl meşgul olduğunu şu olayda görüyoruz. Birinin babası, diğerinin amcazadesi olan Efendimiz bir gün Fatıma annemizin evine gelmiş ve Hz. Ali’yi evde bulamamıştı. Kızına “Amcamın oğlu nerede?” diye sorduğunda şu cevabı aldı: “Aramızda bir şey oldu, bana kızıp dışarı çıktı, öğle istirahatini benim yanımda yapmadı.” Bu cevap üzerine Peygamberimiz birisini, Hz. Ali’yi aramak üzere gönderdi, arayan kişi biraz sonra döndü ve onun mescitte uyumakta olduğunu haber verdi. Efendimiz mescide geldiğinde Hz. Ali hâlâ uyuyordu, üzerinden ridası kaymış, vücudu toprağa bulanmıştı. Sevgili kayınpederi bir yandan mübarek elleriyle vücudundaki toprağı silerken diğer yandan “Kalk toprak babası, kalk toprak babası (Ebu Türab)” diyerek onu kaldırdı, beraber eve gittiler, kırgınlık ortadan kalktı, mutlu hayatın akışı kaldığı yerden devam etti. (Müslim, Fedailu’s-sahabe, 38). Hz. Ali bu tatlı hatırasını yadeder ve en sevdiği adının “toprak babası, topraklı” mânâsına gelen “Ebu-Türab” olduğunu söylerdi.

Çocukların eğitim ve istikballerinden birinci derecede aileyi sorumlu tutmuştur.

Ailenin bir okul, bir ibadethane, sıcak ve aydınlık bir yuva, bir sığınak ve bir keyfiyetli bir nüfus üretim kaynağı olabilmesi için diğer aile fertlerinden önce karı-koca arasında karşılıklı sevgi, saygı ve şefkatin bulunması gerekir. Bu gerçekten hareket eden İslâm, başka çare kalmadığında boşanmaya izin vermiş, bunun da aile sırlarını dışarıya açmadan, İslâm kardeşliğine ve geçmiş hukuka zarar vermeden yapılmasını istemiş, bu maksatla aile meclisi ve hakemlik kurumuna yer vermiştir.
Allah Resulü’nün boşanmaya, aile bağına son vermeye bakışını şu cümlesi beliğ bir şekilde ifade etmektedir: “Allah’ın en sevmediği helal, boşamaktır.” (Ebu Davud, Talak, 3). Ancak gün geçtikçe artan boşanma oranlarını asgariye indirmek, eşler arasında saygı, sevgi, muhabbetin devamlılık arz etmesi kusurları yerine güzelliklerini görmek, merhametli olmak ve empati yapabilmek bir Müslüman için aslolandır.

Günün Duası: Rabbim! Beni ve soyumdan gelecek olanları namazı devamlı kılanlardan eyle; Rabbimiz, duamı kabul et. (İbrahim 14/40)

Derleyen: Emre ERDEN – İl Vaizi