Ta lise yıllarımda, Kütahya Lisesinin değerli edebiyat öğretmenleri de takım tutarlardı. Kompozisyonlarda bana GS’li olduğum için 10 veren edebiyat öğretmenimiz merhum Davut Akpınar Yazar, film eleştirmeni ve yönetmen Vasıf Öngören’e FB’li olduğu için 9 verirdi. Bu arada haddimi aştığım zamanlar da olmuştur. Hani hep derler; “Adama İslam’ın şartının kaç olduğunu sormuşlar, altı” demiş. Bunun üzerine: “Biz beş olduğunu bilirdik” dediklerinde de adam: “Altıncısı da haddini bilmektir beyler” yanıtını vermiş ya. Benim de okul yaşamımda özellikle lise yıllarımda haddimi aştığım zamanlar olmuştur. Bana 10 veren edebiyat öğretmenim ile Abdülhak Hamit Tarhan’ı andığımız bir sırada hocama merhum yazarın, romancının bazı yanlışlar yaptığını ifade ettiğimde, merhum edebiyat öğretmenim bana kızmış: “Çizmeyi aştın evlat! Senin merhum Abdülhak Hamit Tarhan’ı eleştirmen ne haddine” demiş, notumu kırmıştı.
İstanbul’da Ziverbey’de Eğitim Enstitüsü’nde Türkçeden sınavdaydım. Gramer ağırlıklı bir sınavdı. Bir öğretim görevlisi yanıma gelip bir süre bir metin üzerinde yaptığım noktalama işaretlerine bakıp bana yavaşça: “Şuraya iki nokta üst üste koy” deyip ayrılmıştı. Tek yanlışım oymuş.
Yıllar önce Tavşanlı Askerlik Şubesinde bir anda 2 albay görev yapmaya başlamıştı. Birisi merhum Hv. Plt. Kd. Alb. Remzi Diren 1. kısım amiriydi, diğeri Hv. P. Alb. Rıfkı Akça 2. kısım amiriydi. Bu arada merhum arkadaşım gazeteci-eğitimci, bir ara ilçe ilköğretim müdürlüğü yapmıştı Ahmet Körhasan’ın yerel gazetesi: “Bizim Tavşanlı Gazetesi”ni hazırlıyoruz. Şubede iki albayın birden görev yapmasını ilginç bulduğumuz için gazetenin ilk sayfasına: “Askerlik Şubemizde iki albayımız oldu” başlığı altında bir haber geçmiştik. O zamanlar yerel gazeteler küçük matbaalarda basılıyordu. Körhasan’ın oğlu Murat ve kızı Serpil de gazeteyi kendi küçük, minyon matbaalarında basıyorlar, yeterli kurşun harf bulamadıklarında kurşundan yeterli harf döküyorlardı. Bu nedenle her ikisi de çok kez kurşun zehirlenmesiyle karşı karşıya kalmışlardır.
Gazeteyi son bir kez gözden geçirip baskıya vermiştik. Bizim ilk sayfada çıkan başlık: “Askerlik Şubemizde iki albay öldü” şeklinde çıkmamış mı? İlk telefon Kütahya’dan gelmişti. Valilikten aramışlar. Telefondaki kişi hızlı hızlı: “İki albay nasıl öldüler? Ne zaman nasıl olmuş?” demiyor muydu? Bu defa şaşırma sırası bizdeydi. İki albayın ölmesi diye bir şey söz konusu değildi. Böyle bir şey olmadığını söylediğimizde telefon kapanmıştı. Gazeteyi bir daha inceledik. Doğruydu. Hakikaten “oldu” sözcüğü “öldü” diye çıkmıştı. Ama bu arada sağdan soldan epey fırça yemiştik. Bu tür bir yanlış gazetecilikte telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurur. “Sehven oldu” deyip geçiştiremezsiniz. Bakın sizlere bir başka örnek; ”İnsanlar sağlak ve solaktırlar” cümlesinde eğer “sağlak” yazma yerine yumuşak “ğ” harfini çıkararak yazarsanız “salak”, “solak” sözcüğündeki “o” harfi yerine “a” harfini yazarsanız “salak” sözcüğü çıkar. Alın size bir büyük pot mu dersiniz, hata mı dersiniz ne derseniz deyin.
Gazetecilikte hata asla affedilmez. Özür dileseniz de üzerini örtemezsiniz. Bana mensubu bulunduğum, Kütahya Ekspres Gazetesi’ni gönderen Ekspres ailesi mensuplarına teşekkür ederim. Gazeteleri ilanlarına kadar okuyorum. Allah inandırsın bir hata bulamıyorum. Bu da beni derecesiz mutlu ediyor. Büyük tirajlı gazetelerde bile ne kadar büyük yanlışlar olduğunu görüyoruz. Bu da beni üzüyor. Bu gazeteleri gözden geçiren değerli meslektaşlarım biraz daha dikkatli olamazlar mı? Önemli olan gazeteyi çıkarmak değildir. Önemli olan gazeteyi noksansız, hatasız, kusursuz okuyucuya sunmaktır. Ben “Sehven yanlış oldu” ifadesinini, birilerinin “Sehven söylenmiş” şeklindeki sözlerini samimi bulmuyorum. Hani: “İftira at, izi kalsın” denilir ya. Gerçekten doğrudur. İftiraya uğrayanlar bu iftirayı üzerlerinden atıncaya kadar büyük sıkıntı yaşarlar. Bazıları da hayatı boyunca kendisine atılan iftiranın altında kalmaya devam ederler.
Ben Kütahya Ekspres’in değerli aile mensupları arkadaşlarımı gönülden kutluyorum. Kütahya Ekspres içeriği, muhteviyatı, görüntüsü, haberleri, her görüşten kişilere tahsis ettiği köşe yazıları, diğerleriyle dört dörtlük bir yayın organımızdır. Gazeteyi asıl değerli kılan hatasız çıkmasıdır. Şimdi soruyorum. Allah aşkına sayın valimizin adını “Ali” Yerine “Veli” olarak, “mahkeme” sözcüğünü “muhakeme” diye, “Kütahya” sözcüğünü “Kötaya” diye yazsak yakışık alır mı? Kayseri’de görev yaptığım yıllarda Emmiler köyünde bir dostum bana “Bilant öğretmen” diye hitap ederdi. Buna epeyce direndim ve itiraz etmedim ama sonra kendisine bu ifadenin yanlış olduğunu adımın “Bülent” olduğunu söylediğimde bir süre düşünmüş bana “Öyleyse sana İbrahim” diyeyim demiş, beni güldürmüştü. O andan itibaren o kişi bana köyden ayrılıncaya kadar hep “İbrahim öğretmen” diye seslendi. Ben bile bir an kendimi İbrahim zanneder olmuştum. “Maşallah, inşallah, hafriyat” sözcüklerini bile hala yanlış yazıyoruz. “Maşaallah, inşaallah, hafriyat” yanlışlardan sadece üçü. Kimse Yüce Yaradan’ın adı “ Allah” adını “Alah” diye yazamaz. “ Atatürk’ün adını “Attürk” diye yazamaz. Bunun izahı yoktur. Bu tam anlamıyla laubaliliktir.