Köşe Yazıları

HRS

Abone Ol

Arapça hrs kökünden gelen ḥırs,

Bencil istek, arzu sözcüğünden gelir.

Doymazlık, çok isteme, aç gözlülük anlamında kullanılır.

*     *     *

Bu topraklarda,

Yetmiş yıldır

Kazanma hırsı hiç değişmemiştir.

Değişemez…

Kendi işine, aşına, oynaşına

Ve dahi,

Keyfine cebine nasıl geliyorsa,

Size öyle davranır…

İşi bittiğinde sizi selpak mendil gibi kullanıp çöpe atar…

Ahir ömründe,

Üzerine gurk bastığı akçelerinin

Kısa süreliğine,

Bekçilik yaptığını düşünmez.

Düşünemez…

Onur, itibar, karakter, basit ahalinin züğürt tesellisi laflarıdır.

Hayatta her şey para tek amaç paradır.

Ömrü boyunca,

Yedi sülalesine yetecek akçe biriktirme peşindedir…

Kendi ihtiyar amma gönlü gençtir.

“Kendisi muhtaç himmet bir dede,

Nerde kaldı geriye himmet ede” şeklinde yaşar, farketmez.

Dünyayı kendine zindan ettiğinin farkında değildir…

Beli bükülmüş,

Vücut kimyası bozulmuş,

Kaportası çoktan eskimiştir.

Ancak,

Motorunun halen çalıştığına inanmaktadır.

Yıllarca atadan gelen mirasla yetinmiştir…

Çalışmayı hiç sevmemiş.

Hep hazıra konmuştur…

Bu gün dedesinin dedesinden kalan,

Gayrimenkul,

Ya da gayri olmayan “menkul” gelirleriyle,

Şehzade torunlarının torunları olmakla övünen şehirde,

Mutlu mesut yaşamaktadır…

“Ölüyorum” deseniz,

Yaralı çiçeğe su dökmez…

Ahali “ Çinimiz var kaplıcalarımız var bizi turizm kurtarır” derken,

Süslü toplantılar düzenleyen kebapçı yarenlerine gülüp geçer…

Ahalinin turizm bölgesi dediği gayrimenkullerin görünmez sahibidir.

Elli yıl önce Yoncalı’da,

Kurdukları direkler üstünde gösteri yapan ip cambazları rahmete kavuşmuştur.

Kendisi ip cambazlarından daha kabiliyetli olduğundan,

Modern zamanların en çok paraya sahip cambazı olmuştur…

*      *      *

Kaplıcalarımız var, bize yeter deyip övünen,

Sosyal medyada bu şehre ayar veren arkadaşlar,

Yolunuzu düşürüp bir gün Ilıca’ya gidin,

Yoncalı’ya gidin.

Kaplıca diyarının nasıl terkedilmiş kovboy kasabası haline getirildiğini ibretle görün…

Hamamların büyük çoğunluğu kapalıdır.

Verilen sözler, askıda ekmek gibi vitrin dışında kalmıştır.

Hangi aklın, hangi projenin ürünü ise,

Çürümeye terkedilen hamamların,

Neden kapatıldığını kimse bilmez…

“ Gelmişken yunuvereyim” diye hamama girmeye teşebbüs edin.

Bizim çocukluğumuzdan beri işletmeciler hamamları özel idareden üç otuz kuruşa bilmem kaç yıllığına kiralamış, yedi sülalesine kazanç kapısı olarak görmüştür…

Bu devran böyle gitmez ki bir Neşe Karaböcek şarkısıdır.

Havlu, terlik, peştamal hepsi ayrı ayrı paradır.

Özel hamamlar “ serbest tarife” ye tabidir.

Benden belki kurna kirası da isterler diye kaçıp,

“Hamama deli geldi yunmadan eve geldi” diyerek

Üç defa ağıza, üç defa buruna su dökünür,

Evinize gelir,

Ön kapınızda toprağı öpersiniz.

*     *      *

Yıllarca,

Düğüne gidip zurna beğenmeyen,

Hamama gidip kurna beğenmeyen,

Çok bilgili,

İhtirası tavan yapmış,

Her şeyi para olarak gören,

Muhterem zatlar yüzünden geri kaldı bu şehir…

Tek amaç,

Nereden ne kazanabilirim,

Nereden teşvik alabilirim.

Kardeşimi, akrabamı, eşimi dostumu, nasıl kazıklayabilirim oldu…

Halimiz, ahvalimiz budur.

Var mı başka izah tarzı?..

Yıllarca taklacı bürokratların egolarını, hırslarını, ihtiraslarını seyrettik.

Sağcısı solcusu futbolcusu,

Partisi hiç fark etmedi…

Her dönemin siyasileri,

Adama göre iş buldu…

Bir Allah’ın kulu çıkıp

“ Bre gafiller, yaptığınız yanlış” demedi.

Korkudan diyemedi.

Diyemez de…

Bu şehirde yıllarca,

Vali Belediye Başkanına, Belediye Başkanı Komutana,  İl Başkanı Bürokrata, bürokrat ilçe müdürüne, ilçe müdürü şefine, şef memuruna, memur eşine, eşi kedisine küstü…

Cümbür cemaat tüm mahalle,

“ Bize ne canım, büyüklerimiz daha iyisini bilir. ” Dedi.

Hisarda kahvesini höpürdetip,

“Sana dün bir tepeden baktım aziz Kütahya” deyip filmi seyretti…

Yıllarca yazlık Saray ve Kemer Sinemalarını, filmleri kaleye tırmanıp ücretsiz izlemişti…

Farkında değildi…

Dilek, Saray, Kemer, yazlık sinemalarımız yıllar önce kapanmıştı…

Sinemalarla, tiyatrolarla, sanatla, sanatçıyla belki iklim değişecekti.

Bir kedimiz bile yoktu…

Bu şehrin toprak kokulu çocuklarının,

Sanatçı, bürokrat, iş insanı olmasını,

Zirveye tırmanmasını çekemedi kimse.

Halat koptu…

Başarılı olanı çektiler ayağından aşağıya.

“Sakın yükselme. İcat çıkartma.”

Biz üç kişiyiz,

Birbirimizi bilir, birbirimizi yeriz.”

Dışarıdan bu şehre gelenler mehter marşıyla geldi.

İzmir marşıyla gitti.

Geriledikçe geriledik…

Bütün siyasiler söz vermişti amma,

Bir tramvayımız bile yoktu.

Tüm şehir bize küsmüştü…

Kırk senedir,

Etkin yetkin büyüklerimizi konaklara yemeklere  davet ettik,

Gözleme, sıkıcık, cimcik sofraları kurduk.

Yedik içtik gezdik.

Türkü çığırdık, oynadık.

Kar yağmıştı Kütahya’nın dağına.

Vehbi aynı Vehbi idi.

Bir adım öte gidemedik…

Bugün de sahnedekiler aynı.

Başroldekiler aynı…

Bu öksüz yetim şehrin çehresi yıllardır değişmedi.

Değiştirilmedi…

Değişen sadece

Başroldekilerin,

Her dönem olduğu gibi,

Şekilden şekle giren,

Taklacı kuşları…

Uçuşlarında başarılar diliyoruz…