Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

YERLİ MALI TÜRK’ÜN MALI

Yıllardır 12-18 Aralık “Tutum ve Türk Malları Haftası” olarak kutlanmaktadır. Bu hafta boyunca, okullarda öğrencilere yerli ürünlerin tüketiminin önemi öğretilirken, yatırım yapmanın ve yerli malı kullanmanın önemi vurgulanıp, yabancı ülkelere para akışının önünün kesilmesi ve buna bağlı olarak toplumsal tasarruf ve tutumluluk bilincinin oluşması amaçlanır.

İlkokul yıllarımdan hatırladığım, o hafta içerisinde tutumluluk ve yerli malıyla ilgili piyesler sergilenir, şiirler okunur, yerli malının ve tutumluluğun öneminden bahsedilen konuşmalar yapılır, tarımda kendi kendine yetebilen birkaç ülkeden biri olduğumuzdan bahsedilir, yine kararlaştırılan bir gün herkes evinden annesinin hazırladığı, unu bu topraklardan mahsul pasta, börek kek veya bu toprakların mahsulü meyveler getirir hep birlikte bu topraklarda üretilmesinin verdiği kıvançla yenirdi.

Belki şimdi de kutlanıyordur. İthal buğdaydan yapılmış börek ve kekler, ithal mercimekle yapılmış mercimekli köfteler, ithal patlamış mısır, üzerine ithal susam serpilmiş çörekler masaları donatmaktadır. Kosta Rika kavunu, İran karpuzu ve Şili üzümü de vardır. Anamur muzu getiren öğrencimiz umarım küçümsenmiyordur.

Günden güne küçülen ve küreselleşen dünyada; sermaye, teknoloji ve hizmet entegrasyonu sağlanmakta, yabancı sermaye yatırımlarının artmasıyla üretim faktörlerinin yükselmesi sonucu dünyanın giderek daha fazla küçülüp bütünleşmesi ortaya çıkmaktadır. Milletlerarası kültürel ve coğrafi sınırlar giderek önem ve etkisini kaybederken ulus devlet zayıflamakta, millilik ve yerlilik zaman içinde vasıf değiştirmektedir. Ekonomik anlamlı bağımsızlık yerini karşılıklı bağımlılığa bırakmakta. Bu süreçteki dikkatsizlik ise, neo-liberal anlayışa teslimiyet ve neticesinde yeni bir mandacılığın renkli, albenili parlak yüzünü ortaya çıkarır ki; bu ise felakete doğru giden bir süreçtir.

Acaba bu oyunun biz neresindeyiz, küreselleşmeden ne anlamalıyız?  Ne yapmalıyız? Sermayenin dini yoktur derken; geliş noktasından kaynaklı milliyeti, fikri ve amacının da olmadığını mı düşünmeliyiz.

Oktay Sinanoğlu’nun Büyük Uyanış adlı kitabında, Türkiye’deki sayılarının 200 binin üzerinde olduğunu iddia ettiği ve hain olarak nitelediği, küresel çetelerin ve bunların küreselci ajanlarının hazırladığı reçeteler bünyemiz de ne gibi tahribatlara sebep oluyor?

Etki ajanları olarak isimlendirilen ve toplumun içine vakıflar, dernekler, değişik isimlerden oluşan STK ve topluluklar olarak sızdırılan ve o toplumun ekonomisinden, dış siyasetine, manevi hassasiyetlerinden yaşam tarzına kadar etkileyebilecek önemli noktalara; bir gazeteci, bir iş adamı, siyasetçi, güya sanatçı, yabancı bir danışman veya akil bir kişi görünümüyle yerleştirilen bu etki ajanlarının yarattığı etki operasyonlarının ne kadar farkındayız?

Küçülen dünya ile entegrasyonu sağlamaya çalışırken, küreselleşme kavramının bünyemize uygun hangi unsurları içermesi gerektiği konusunda milli bir politika dahilinde hareket edilmelidir. Neyi öncelemeliyiz? Zoru mu? Kolayı mı? Aksi taktirde zaman içerisinde milli fakat yerli olmayan ürünler yukarıda bahsettiğim masaları daha fazla donatacaktır. Tam tersi; zaman içerisinde yerli fakat, milli olmayan kafaların ürettiği düşünceler, milliymişçesine bir görünüme dönüşüp pazarlanacaktır ki, bence en tehlikeli halidir. Sözde yerli, fakat milli olmayan bir düşünce, anlayış ve yaşantı biçimi…

 

YORUMLAR

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

YAZARLAR
TÜMÜ

SON HABERLER