ü
İslam’ın engellilere bakışı
Engellilik; insanın zihin, ruh ve uzuvlarında bulunan bir arıza ve hastalık sebebiyle hayatını sürdürmede, işlerini görmede ve topluma uyum sağlamada sıkıntılı bulunma halidir.
Engellilik; insanın zihin, ruh ve uzuvlarında bulunan bir arıza ve hastalık sebebiyle hayatını sürdürmede, işlerini görmede ve topluma uyum sağlamada sıkıntılı bulunma halidir.
Engellilik; kişinin kendisinin, anne-babasının veya toplumun ihmal ve kusurları gibi tedbirsizlik sebebiyle ortaya çıkabildiği gibi tamamen Allah’ın takdiriyle de gerçekleşebilmektedir.
Dolayısı ile insan, fert ve toplum olarak engelli olmamak için bütün tedbirleri almalı, ancak engellilik durumu ile karşılaştığında bu durumun da bir sınav olduğu bilinci ile Allah’a kul olmaya devam etmelidir.
Çünkü Bakara Suresi 155. ve 156. ayetlerde “And olsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele! Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde “Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz” derler” buyurulmaktadır.
Ayrıca İslam’da hangi sebeple olursa olsun kişinin küçük veya büyük çektiği sıkıntıların ona manevi dereceler kazandıracağı hadislerle müjdelenmiştir. Bu hadislerden bazıları şunlardır:
“Kul, Allah’ın kendisi için takdir ettiği dereceye ameli ile ulaşamazsa, Allah onun canına, malına veya çocuğuna bir musibet verir, sonra ona sabretme gücü ihsan eder ve böylece onu Allah’ın kendisi için takdir ettiği mertebeye ulaştırır.”
"Mü’min kişiye bir ağrı, bir yorgunluk, bir hastalık, bir üzüntü hatta küçük bir tasa hali isabet edecek olsa, bunlar mü’minin bazı günahlarına keffâret olur.”
"Amellerinizde orta yolu ve doğruyu bulmaya çalışın. Mü'mine musibet nev’inden her ne ulaşır ise günahlarına bir keffâret olur. Musibet, beklenmedik bir hâdise olmuş, ayağına batan bir diken olmuş fark etmez."
"Allah şöyle demiştir: ‘Ben kimin iki sevdiğini (gözlerini) almışsam ve o da sevabını umarak sabretmişse, ona cennet dışında bir mükâfat vermeye razı olmam.”
İnsan, Allah'ın yeryüzünde yarattığı en değerli ve en üstün varlıktır. Yaratılış ve temel haklar açısından insanlar arasında fark yoktur. Yüce Allah, insanları servetleri, ırkları, renkleri, cinsiyetleri, dilleri, nesepleri, fizyolojik yapıları, engelli veya sağlıklı oluşları açısından değerlendirmez. Aksine onları îman, sâlih amel, güzel ahlâk, ibadet ve itâatleri veya inkâr, şirk, nifâk, isyan ve kötü davranışları, takva veya zulüm sahibi olup olmamaları açısından değerlendirir. Allah katında en üstün insan en muttakî insandır.
Kur’ân’da az sayıda fiziksel anlamda, çoğunlukla mecâzî anlamda görme, işitme, konuşma, ortopedik ve zihinsel engellilik ile genel anlamda hastalıklardan söz edilmektedir. Fiziksel anlamdaki engellilik, ya benzetme veya dîni görevlerde ruhsat bildirme veya tedâvi etme veya değer verme bağlamında zikredilmektedir. Mecâzî anlamda engellilik; îman etmeyen insanların ilâhî gerçekleri anlamamaları, görmemeleri, duymamaları ve konuşamamaları bağlamında geçmektedir. Ahiret hayatında görme, duyma ve konuşma engelli olmak ise hakîkî ve mecâzi anlamda, kâfirler için gerçekten kör, sağır ve dilsiz olmaları veya kendilerini sevindirecek şeyleri görememeleri, duyamamaları ve delil ile konuşamamalarıdır.
Engelli ve hasta olan insanlar ibadetlerini ancak güçleri nispetinde yaparlar. Bu kimselere her türlü dînî kolaylık sağlanmıştır. Aklî melekesini yitirenler ise ibadetle sorumlu değildirler.
İster tamamıyla ilâhî takdir sonucu, isterse kendisi ve diğer insanların kusuru sebebiyle olsun bir musibetle karşılaşan insanın her şeyden önce metanet ve sabır gösterebilmesi gerekir.
Bu, sıkıntılarından kurtulmak için maddî ve manevî çarelere başvurmasına ve tedavi olmasına engel değildir.
Aksine tedavi olmak, dertlere çare aramak Allah ve Peygamber’in emridir. Mü’min öncelikle bütün çarelere başvurur ancak ‘Musibet ancak Allah’ın izni ve takdiri ile olmuştur, O, izin vermeseydi olmazdı, bunda da bir hayır vardır diyerek’ rahat olma bilincini kazanırsa Allah'a olan teslimiyetini göstermiş olur.
Bunlar da ilginizi çekebilir