Cuma yazısı: Takva
Takva; “Bir şeyi muhafaza etmek, eziyetten korumak, himaye etmek, zarar verecek şeyden onu sakınmak, ondan çekinmek, bir şeyi başka bir şeyle, bir tehlikeye karşı korumaya almak” manalarını taşır.
Takva; “Bir şeyi muhafaza etmek, eziyetten korumak, himaye etmek, zarar verecek şeyden onu sakınmak, ondan çekinmek, bir şeyi başka bir şeyle, bir tehlikeye karşı korumaya almak” manalarını taşır.
Hz. Peygamber’in (s.a.s.); “Bir hurma ile de olsa, sadaka vererek, kendinizi cehennemden koruyunuz” hadisi, takvanın “Bir şeyi -yani nefsi- başka bir şey ile yani yarım hurma da olsa kalkan ederek bir tehlikeye karşı (cehennem ateşine karşı) muhafaza etmek” şeklindeki anlamını açıkça göstermektedir.
Takva hususunda Abdullah et-Tunusi şöyle diyor: “Takvanın hakikatı; emredileni yerine getirmek, nehyedilenden de kaçınmaktır.” İmam Gazâli ise bu konuda şunları söylemektedir: “Kul için takva, kendisiyle günahları arasında, günahları terk etme hususunda kuvvetli bir sabır göstermek sabır ve gayret engeli hasıl oluncaya kadar kalbini, sanki o günahı hiç işlememiş gibi temizlemesidir. Veya mübah ve helal olan şeylerin faydasız olanından kaçınmaktır.” İmam Mücahid ise takvayı, “Takva, isyan etmeyip, itaat etmektir. Unutmayıp zikretmektir. Küfür (nankörlük) etmeyip şükretmektir.” şeklinde tarif etmektedir.
Ömer İbn Hattab(r.a), Übeyy İbni Kab’a “Takva nedir?" diye sorduğunda Übeyy: “Dikenli yolda hiç yürümedin mi? " dedi. Hz.Ömer: "Yürüdüm!" deyince" o zaman ne yaptın?" dedi. "Paçalarımı sıvayıp gayret sarfettim" cevabını aldıktan sonra: " İşte takva odur" dedi. Budur işte takva ... Vicdanda duyarlılık, şuurda berraklık, devamlı korku , daima sakınma, yolun dikenlerinden korunma ... Hayat yolunun ... Şehvetlerin ve çeşitli arzuların dikenlerinin sardığı yol.
Talak suresi 2. âyetin son kısmında, 3. âyette, yine 4, 5 ve 7. âyetlerin son kısımlarında belirli bir olayla sınırlandırılmaksızın ve soyut ifadelerle, müminin hayat felsefesine temel teşkil etmesi gereken bazı umdelere yer verilmektedir: “Kim Allah’a saygısızlıktan sakınırsa Allah ona bir çıkış yolu gösterir. Ve onu hiç beklemediği yerden rızıklandırır. Kim Allah’a dayanıp güvenirse Allah ona yeter. Şüphesiz Allah dilediği şeyi sonuca ulaştırır. Allah her şey için bir ölçü koymuştur. Kim Allah’a saygısızlıktan sakınırsa Allah ona işinde bir kolaylık verir. Kim Allah’a saygısızlıktan sakınırsa Allah onun kötülüklerini örter ve ecrini büyütür. Allah kimseyi kendi verdiğinden fazlasıyla yükümlü tutmaz. Allah bir güçlüğün ardından bir kolaylık sağlayacaktır.” Öyle görünüyor ki, birer özdeyiş niteliğindeki bu ifadeler, evlilik bağına son vermeyi ciddi biçimde düşünen, bu yönde adımlar atma noktasına gelen hatta bu karara varıp uygulamaya başlayan kişilerin ve böyle gergin bir sürecin söz konusu edildiği bir bağlama yerleştirilerek, mümine bütün sıkıntılı hayat olaylarına belirtilen örnek ışığında bakıp davranışlarına bu ilkelere göre çekidüzen vermesi gerektiği hatırlatılmaktadır.
Bu ifadelerle ilgili izahları şöyle özetlemek mümkündür: Bir mümin daraldığında hayırlı çıkış yolunun ne olduğu hususunda kendini şartlandırmamalı, Allah’tan gelecek sonucun kendi hayrına olacağına inanmalıdır ve emin olmalıdır ki Allah’a saygısızlık etmekten sakınan kişiye O, her daraldığında bir çıkış yolu gösterir; bir kolaylık, bir tahammül gücü verir, kusurlarını örter ve hak ettiği mükâfatı asla esirgemez. Meselâ evlilik konusunda kişi kendini ne kadar güçlü ve akıllı görürse görsün, hakkında hayırlı olan çözüm için Allah’tan yardım dilemelidir. Aksi takdirde karşılaşacağı sonuçlar kendi doğrularının yahut saplantılarının yanlışlığını ortaya koyarsa mânevî bir yıkıma uğraması kaçınılmazdır. Ama yukarıda belirtildiği şekilde adaleti, iyiliği, erdemi ve sağ duyuyu esas alıp doğruya ulaşmak için âzami çabayı gösterdikten sonra kendi saplantılarına yapışıp kalmadan hayırlı olana eriştirmesi için Allah’a yalvarırsa karşısına çıkacak sonuç ne olursa olsun bunu gönül huzuruyla kabullenebilir ve çekeceği sıkıntılar için O’nun tükenmez hazinesinden ecir bekleyebilir. Nitekim 3. âyetin ilk cümlesinde belirtildiği üzere, Allah Teâlâ böyle davranan kulunu hiç ummadığı, hesap etmediği bir zamanda, yerde ve şekilde rızıklandırır; ona maddî veya mânevî rahatlama sağlar. Kişi Allah’a tevekkülün hakkını verebilirse yani tam bir teslimiyet içinde O’na dayanıp güvenirse, artık boşluğa düşme endişesi taşımaz. Ama kulların tercihi ne olursa olsun, hiçbir şey Allah’ın iradesini sınırlandıramaz, O hükmünü yerine getirir. Unutulmamalıdır ki Allah imtihan için var ettiği dünya hayatını ve evrendeki her şeyi birtakım dengeler üzerine kurmuştur, ölçüler koymuştur; kulun bu ilâhî yasaları yok sayması ve üzerine düşeni ihmal etmesi tevekkül olarak nitelenemez. Yine de, üzerine düşeni yapma, kişinin güç yetirmeyeceği şeylerle yükümlü olduğu mânasına gelmez, herkes kendine verilen imkânlar ölçüsünde sorumludur; ama mümin bir sıkıntıdan sonra bir ferahlığa kavuşacağı ümidini daima korumalıdır.
Bunlar da ilginizi çekebilir